20 Mayıs 2012 Pazar
Liderliğin a'sı b'si...
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre serdar ‘başkomutan’ demekmiş.
Çağımızın ruhuna binaen bu kelimeyi bugün artık ‘lider’ diye çevirebiliriz herhalde.
Aynı sözlük, ‘lider’ kelimesini de
(1) Önder, şef
(2) Bir partinin veya bir kuruluşun en üst düzey yönetimiyle görevli kimse
diye tarif ediyor.Ne yazık ki, kelimenin ikinci anlamı, birinci anlamının yerini alırken içini de boşaltıyor.
Çünkü önderlik anlamındaki liderlik, bir partinin veya bir kuruluşun bir şekilde başına geçmenin ötesinde nitelikler ve özellikler gerektiriyor.
Önder, “Gücü, ünü ve toplumsal yeri dolayısıyla, belli zaman ve durumlar içinde, ilişkili bulunduğu küme veya toplumun tutum, davranış ve etkinliklerini değiştirip yönetme yeteneğini gösteren kimse” diye tarif ediliyor.
Oysa bir partinin, bir şirketin yahut herhangi bir kurum veya kuruluşun başına geçmek için gereken vasıf ve beceriler bu sayılanlar değil genellikle.
Zaten her ‘üst düzey yönetici’ doğal haliyle ‘lider’ olsaydı, bu kadar guruya, koça, seminere ve kitaba gerek kalmazdı.
Çünkü partilerin, şirketlerin, kurum ve kuruluşların en tepesinde, eşyanın tabiatı gereği her zaman bir yönetici oluyorsa da, bu yöneticinin lider olduğu nadirdir.
*
Bilim ve teknolojide geometrik bir gelişme yaşanıyor.
Bu değişim, insanların çalışma ve yaşam şekillerini altüst ediyor.
Eski dünya hızla ölüyor, yeni bir dünya doğuyor.
Böyle bir değişimi bir ‘yönetici’ değil ancak bir ‘lider’ yönetebilir.
Kendisi değişmeyi ve adapte olmayı başaracak; zamanın ruhunu ve değişimi doğru okuyacak; bunun yarının dünyasını nasıl değiştireceğini ve yarının dünyasına bugünden hazırlanmak ve yarının dünyasında iyi bir yer almak için bugünden neler yapılması gerektiğini öngörecek; ve (olmazsa olmaz) çevresindeki insanları da peşinden sürükleyerek, bunu başaracak...
Bugünün liderinden beklenen budur.
Kendisinin istisnai bir yönetici olması yetmez.
‘Liderlik’ mertebesine hak kazanmak için, birlikte çalıştığı, peşine taktığı insanların tek tek ve takım olarak potansiyelini ortaya çıkarmayı ve yüzde 100 kullan(dır)mayı da bilmesi gerekir.
Bir şirketin tepesinde olmak veya ‘önden yürümek’ tek başına bir işe yaramaz.
Tek başına yürüyor ve/veya duvara doğru gidiyor da olabilirsin.
İnsanları peşinden sürüklemek ve ‘doğru yöne’ yürümek gerekir.
Hasılı lider, istisnai bir yöneticidir.
*
Bulunduğum görev gereği küçük bir ekibi yönetiyorum ve anam babam adımı, hasbelkader, Serdar koymuş diye, kendimi öyle lider mider sanmaya kalkacak değilim elbet.
Her yöneticinin birlikte çalıştığı insanları motive etme yöntemi farklıdır.
Nasıl bir yönetici olduğum ve insanlarımı motive etmek için seçtiğim yöntemin doğruluğu elbette tartışılır.
Ama bildiğim bir şey varsa, o da çalışanları motive etmenin birinci şartının... motivasyonlarını bozmamak, çalışma şevklerini kırmamak olduğudur.
Oysa genelde bizim yöneticilerimiz rahbetli Şadi Albay’ın ‘şevk ile çalışanı zevk ile öperler’ prensibini uygularlar.
Çalışanın şevkini kırmak, şirkete ve hedeflerine bağlılığını sarsmak, soğutmak, küstürmek için ellerinden geleni yaparlar.
Çünkü genelde tepe yöneticilerimiz kendilerini ‘lider’ sansalar da kelimenin (b) anlamından öteye gidemezler; (a) anlamının yanına bile yanaşamazlar.
Ege Cansen’in izniyle son söz:
“Kendini (a) sanan (b) şirket için de, çalışanlar için de büyük bir talihsizliktir.”
Hürriyet İK, 20.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder