2 Temmuz 2012 Pazartesi

Dört, beş , altı İspanya battı!


“Hava yoluyla ya da karayoluyla büyük bir kente yaklaştığınızda, ilk dikkatinizi çeken şey, gökyüzüne yükselen dev vinçlerdi. Her taraf şantiyeydi. Otoyolların iki yanında uzanan, kentin eski ve fakir mahallelerini işgal eden gökdelenler, rezidanslar, siteler, alışveriş merkezleri… Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında inşaat şirketlerinin ilanlarından geçilmiyordu.  Bankalar inşaat şirketlerine ve emlak alacak tüketicilere borç vermek için birbiriyle yarışıyordu. 2000’li yıllar boyunca satışa çıkan konut ve işyeri sayısında patlama yaşanırken, talep canlılığını koruyor, emlak fiyatları düşeceğine artıyordu. Bu da bankaların ve yatırımcıların iştahını kamçılıyordu. Emlak piyasasının bu olağanüstü dinamizmi ve direnci, ülke ekonomisinin komşularını çatlatan hızlı büyümesini besliyordu.  Başbakan, göğsünü gere gere “Bizim bankacılık sistemimiz dünyanın en sağlam bankacılık sistemlerinden biri” diyordu. Kimse de karşı çıkmıyordu.
Bugün, aynı havalimanına inen, aynı otoyolda seyreden yolcular, terk edilmiş, çürümeye başlayan Sesena, Valdeluz, Soto de Henares gibi ‘hayalet şehirler’in önünden geçiyorlar. Bitmiş ya da yarım kalmış yüz binlerce konut, sokağa atılmış milyarlarca liralık gereksiz altyapı…
İspanya’nın batık bankalarını kurtarmak için, Madrid Hükümeti Avrupa Birliği’nden 100 milyar avro dileniyor. Nedense kimse, mesela batma tehdidiyle mükelleflerin cebinden 19 milyar avro hortumlayan, ülkenin dördüncü büyük bankası Bankia’nın, üç ay arayla 300 milyon avro kârdan 3 milyar zarara nasıl geçtiğini sorgulamıyor. Bayındırlık Bakanlığı, inşaat şirketleri, bankalar… hepsi sütten çıkmış ak kaşık. Üstelik mağdurları oynuyorlar.
Adios, ladrillo, adios (Elveda, tuğla, elveda) adlı kitabında, İspanya’yı batıran ‘emlak balonu’nu anlatan, büyük bir emlak yatırım şirketinin eski müdürü Jose Luis Ruiz Bartolome, denetimle görevli bakanlık ve kamu kuruluşlarının, bankaların ve inşaat şirketlerinin “hızla duvara doğru giden bir sistemin ortak suçluları” olduğunu hatırlatıyor: “Ne sermayeye ihtiyaç vardı, ne de işi bilmeye. Önüne gelen borçlanıp emlak işine girdi!
Reklamların ve bankaların gazıyla temelden 252.000 avroluk bir konut projesine giren bir çifti, Luis ve Mercedes’i  örnek veriyor Bartolome. Aylık gelirlerinin sadece üçte birini bağlamalarına rağmen, krizin ilk belirtileriyle eşlerden biri işsiz kalınca, kredi taksitlerini ödeyemez hale gelmişler. Üç ay ödeyemeyince, noterden ilk ihtarname gelmiş. “Bari evimizi satıp borcumuzu ödeyelim” demişler, ama fiyatların düşmesine rağmen alıcı çıkmamış. Banka “120.000 bin avroya satın” diye bastırıyormuş. Banka eve el koysa bile, geriye 192.000 avro borç kalıyor. “120 yıllık maaşım” diyor Luis. Borcu yaymak istiyorlar ama batak banka ve para sıkıntısı çeken Konut Fonu pazarlığa yanaşmıyor.
Bu arada en ‘kötü borçlular’ da aileler değil. Konut kredisi alan 100 aileden 3’ü borcunu ödeyemez durumdayken, emlak şirketlerinde oran % 23!
(İnşaat-emlak sektörünün yurt içi hasılada payı 1997’de % 11 iken, 2005’te % 17’ye çıkmıştı. 2009 yılında İspanyol ailelerin % 80’i konut sahibi olmuştu. Bugün, başlayan inşaat sayısı 7’de birine düştü. 2007 ila 2011 arasında, borcunu ödeyemediği için 500.000 aile kendini sokakta buldu. Bu arada, emlak fiyatları % 25 geriledi. Ama uzmanlar piyasanın hareketlenebilmesi için, fiyatların bir % 50 daha düşmesi gerektiğini söylüyorlar.)
Emlak balonu’ patlayana kadar, herkes bu çılgınlıktan payını alıyordu: Arsası değerlenen mal sahipleri, arsaların imar durumunu değiştirerek rant elde eden (ve taraftarlarına rant dağıtan) belediyeler, inşaat şirketleri, bankalar, konut ve işyerlerinin temelden kapatıp yüksek kârlarla satan yatırımcılar… “Risk kriterleri  yerini seçim kriterlerine ve kimi seçilmişlerin megalomanisine bırakmıştı” diyor Bartolome. “Yoksa ülkenin dört bir yanına yayılan uçaksız havalimanlarını neyle izah edeceksiniz?
Kimse yaklaşan tehlikeyi görmek istemiyordu. Her seferinde inşaat çılgınlığına devam etmek için bir bahane bulunuyordu. İspanya’ya gelen 3 milyon göçmenin konuta ihtiyacı vardı. Aileler küçülüyor, konut ihtiyacı artıyordu. Emekliler sahil kasabalarına yerleşmek istiyordu vs…”  Sonuç: Bugün İspanya’da alıcı bekleyen (daha doğrusu artık beklemeyen) 3 ila 5 milyon arası konut olduğu tahmin ediliyor.
El modelo immobiliario espanol (İspanya emlak modeli) adlı kitabın yazarı ekonomi profesörü Naredo bir grafik yayımlıyor: Birbirinden makas gibi açılan 2 eğri. Artan eğri, konut satışları. Düşen eğri hanehalkı birikimleri. 2004’te bu sonuncu negatife düşmüş. Peki bankalar ne yapmış? Uluslararası para piyasalarından borçlanarak, yarın geri ödenmeyeceğini bile bile, konut kredilerini körüklemişler. Emlak balonu bir kıvılcımda patlayacak kadar şişmiş. 2007’de ABD’de patlak veren subprime krizi üzerine, İspanyol bankaları kredi musluğunu kapatınca, emlak piyasası, İspanyol bankalarını ve ülke ekonomisini de peşinden sürükleyerek çökmüş.
Sosyalist Zapatero Hükümeti’nin Çalışma Bakanı Valeriano Gomez, emlak balonunu kansere benzetiyor: “Zamanında teşhis koyup tedaviye başlarsanız yenebilirsiniz. Geç kaldınız mı, başa çıkmanız zorlaşır. Emlak balonundan çıkar elde edenlerin sayısı o kadar çok, rakamlar o kadar büyük ki, siyasal önlem almak imkansız hale geliyor.

*

Önemli not:

Yukarıdaki yazı 21 Haziran 2012 tarihli Le Figaro’da yayımlanan Mathieu de Taillac imzalı İspanya emlak balonuna nasıl yenildi? başlıklı haberden neredeyse bire bir alıntıdır.

Konunun insan kaynaklarıyla alakası nedir derseniz, çalışan, biriktiren ve bir konut sahibi olmayı hayal eden milyonlarca insanı ilgilendiriyor. 
Okuyun ve halinize şükredin diye alıntı yaptım. Elbette Türkiye’de böyle bir risk yok.

Olsaydı Hükümet önlem alırdı. Olsaydı gazetelerin ekonomi sayfaları yazardı.  Değil mi?

Hürriyet İK, 1 Temmuz 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder