Kanlıca koyunun ağzında, küçük bir sandalda tek başıma, çocuk halimle, hem akıntıya karşı kürek tutmaya hem çapari sallamaya çalışıyordum.
Bir ara başımı kaldırıp, bulutsuz gökyüzünde gündüz vakti görülen Ay’a baktığımı ve ‘Şu anda orada insanlar var’ diye düşündüğümü hatırlıyorum.
25 Ağustos’ta 82 yaşında ölen Neil Armstrong bizim kuşağımızın kahramanlarından biriydi.
Derler ki, genç yaşına rağmen Apollo 11 gibi çok zor ve önemli bir uçuşun komutanlığına getirilmesinin birçok sebebi vardır:
1. Çok iyi bir mühendis ve çok soğukkanlı ve tecrübeli bir pilot oluşu. (En çaresiz durumlarda bile soğukkanlılığını ve analiz yeteneğini kaybetmediği için meslekte lakabı ‘Ice Commander’ imiş.)
2. Askeri değil, sivil mühendis ve pilot oluşu. (ABD Ay’ın fethini askerî değil barışçı bir zafer olarak göstermek istiyormuş.)
3. Ve NASA’nın Apollo 11 misyonu sırasında gerilime ve fakat asıl geri döndüğünde şöhretin baskısına dayanabilecek karakterde bir insan araması. (‘Ay’a ilk basan insan’ rolünü ömür boyu taşıyabilecek ve misyonun başarısına gölge düşürmeyecek bir insan...)
Apollo 11’in başarısı ve aradan geçen 40 küsur sene gösterdi ki, Neil Armstrong doğru seçim imiş.
Kendini ‘beyaz çoraplı, eski moda bir mühendis’ diye tanımlasa da, Armstrong önemli bir mühendis ve çok başarılı (ve gözü kara) bir pilottu.
20’nci yüzyılın en parlak yıldızlarından biri olmasına rağmen, son derece alçakgönüllü bir insandı.
Apollo 11’le yaşadığı ‘şöhret patlaması’ başını döndürmedi, birçok ‘American hero’ gibi siyasete atılmaya, başkanlık yarışına girmeye, şah ve şöhretini paraya çevirmeye çalışmadı; Ay’dan döndükten sonra hayatını doğduğu Ohio’da üniversite hocası olarak sürdürdü ve ölene kadar ısrarla “biz sadece görevimizi yaptık” demekle yetindi.
“Yaratılış insana emanet edilmiştir” der Mani, “Karanlıkları geriletmek insanın görevidir...”
Geçen hafta 20’inci yüzyılın (aydınlık yüzünün) simgelerinden biri öldü.
Armstrong, 2000 yılında katıldığı bir konferansta Arthur C.Clarke’ın 3 no.lu kanunundan söz ediyor ve “Yeterince gelişmiş bir teknoloji, büyüden ayırt edilemez, sözü günümüz için geçerli. Gerçekten de büyülü bir yüzyılı geride bıraktık...” diyordu.
Büyülü bir yüzyıl...
Adolf Hitler’in de aynı yüzyılın bir simgesi olduğunu düşünürseniz, ‘aydınlık yüz’den maksadımın ne olduğunu daha iyi anlarsınız.
Gerçi, çocuk yaşımdan beri benim kahramanım - ne kadar alçak gönüllü olursa olsun - ‘Ay’a ilk ayak basan insan’dan ziyade, Apollo 11 programına katılan ve Ay’a ayak basmadan geri dönmeyi kabul eden Michael Collins olmuştur ama, bu benim sorunum.
50 küsur yaşında hâlâ da sorunum olmaya devam ediyor...
Hürriyet-İK, 02.08.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder