Geçen hafta Yahudi vatandaşlarımız Yom Kippur bayramını kutladılar.
Oruç tuttular, günahlarının affedilmesi için dualar ettiler.
Yom Kippur’un bir adı da bu yüzden Kefaret Günü’dür.
(Kefaret, ‘Bir günahı Tanrı’ya bağışlatmak umuduyla verilen sadaka veya tutulan oruç’ demektir.)
Bu bayramın bugün artık icra edilmeyen ritüellerinden biri de Azazil’in Keçisi törenidir.
Azazil, eski çağlardaki bir inanca göre çölleri mesken tutan bir kötü ruhtur, şeytandır.
Eski Yahudiler, Kefaret Günü’nde, bir yıl boyunca işledikleri bütün günahları (sembolik olarak) bir keçiye yükler ve hayvanı Azazil’e kurban olarak çöle salarlarmış.
Evet, deyimin kökenini bilmeyenler de tahmin ettiler herhalde, ‘günah keçisi’ lafı işte buradan gelir.
‘Günah keçisi, suçsuz olduğu halde başkalarının suçunu yüklenen kişi ya da topluluğa verilen isimdir’ diyor Wikipedia.
Bir grup insanın, hatta toplumun kendi suçunu, günahlarını haksız yere üstüne yıktığı insan veya azınlık için kullanılır.
Çalışma hayatıyla ilgili meşhur ‘sosyoloji kanunları’ndan biri ‘Her kurum, geçici bir ahenk yakalayabilmek için kendine günah keçileri yaratır’ der.
Böylece ‘suçlayan grup’ kendi hatalarını başkasına yüklemiş, başarısızlıklarına veya yetersizliklerine bir bahane bulmuş olur.
Hem ‘karşısında birleşebileceği’ bir düşman yaratarak geçici de olsa birlik oluşturmuş, hem de, her zaman zayıfı karşısına aldığı için, kendini güçlü hissetmiş olur.
Çalışma ortamında ‘günah keçisi’ çoktur.
Hele bizde...
Günah keçisinin bir varyantı da ‘abalı’ ya da ‘şamar oğlanı’ denilen garibandır.
‘Herkesin saldırılarına, sevimsiz şakalarına maruz kalan insan’ demektir.
Lafı duymuşsunuzdur, yeri gelmişken söz edelim, Fransızlar buna ‘Türk kafası’ derler.
Hani panayırlarda, lunaparklarda insanların güçlerini ölçmek için yumruk attıkları toplar vardır, yahut ağır bir tokmakla vurdukları bir ‘kafa’.
İşte eskiden Avrupa’da, batılıların Osmanlı’dan çok korktukları çağlarda, panayırlarda bu kafalar, bu toplar ‘türbanlı Türk kafası’ şeklinde olurmuş.
İnsanlar ‘Türk kafası’na yumruk atarak yahut tokmakla vurarak rahatlarlarmış.
Çalışma ortamında ‘şamar oğlanı’ çoktur.
Hele bizde...
Yunus Emre istediği kadar ‘de hep eksiklik bendedir’ desin...
Anlamını bile tam kavrayamadığımız ‘empati’ lafı moda diye istediğimiz kadar dilimize pelesenk olsun...
Bizde hep eksiklik, kabahat, suç başkasındadır.
Kendini tanımaktan korkan, kendiyle yüzleşmeye cesareti olmayan, kendine güvenmeyen, dolayısıyla tedavisi ve tekamülü de mümkün olmayan insanların ve toplumların ‘şamar oğlanı’ ve ‘günah keçisi’ eksik olmaz.
Hürriyet-İK, 30.09.2012
Hürriyet-İK, 30.09.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder