Hürriyet İK’da geçen hafta ‘ne istediğini bilmek’ konusunu işlemiştik. Daha doğrusu bilememek konusunu.
Özellikle de çalışma hayatına atılırken, bir şirkete mülakata giderken, ne yapmak istediğini bilemeyen gençlerden söz etmiştik.
Bu hafta devamını getirdik bir anlamda, ne istediğini geç de olsa anlayıp makas değiştirenleri ve mutfağa girenleri, yani ikinci kariyer olarak aşçılığı seçenleri konu ediyoruz.
Yani çoğumuzun şu veya bu şekilde yapmak isteyip de cesaret edemediğini yapanları.
*
Herkes aynı şeyi söylüyor:
Ne istediğini bilenler hayatta daha başarılı oluyorlar.
Ne istediklerine ne kadar erken karar verirlerse, o kadar başarılı oluyorlar.
Beş yaşında kemana gönül vermezseniz, dahi de olsanız, çok da çalışsanız, Yehudi Menuhin olamazsınız.
Aynı yaşlarda havuza girmezseniz, her gün 8 saat de yüzseniz, Michael Phelps olamazsınız.
(Bilerek en uç örnekleri seçtim ama, ben - kabiliyetim yok, olsaydı dahi - dünyanın en meşhur kemancısı, dünyanın en çok madalyalı sporcusu olmak için bir ömür, günde 12 saat keman çalmaya yahut labada lubada yüzmeye razı değilim. Bunun bana vereceği mutluluk, ödeyeceğim bedele değmez. Yapabilenlere saygı duyuyorum, hayranım, ama ben almayayım.)
*
Gene herkes aynı şeyi söylüyor:
Çalışma hayatında mutlu, verimli ve başarılı olmak için sevdiği bir işi yapmak şart.
Ve üçü de birbirine bağlı, bir ‘erdemli döngü’den söz edilebilir:
Severek çalışan daha verimli ve dolayısıyla daha başarılı oluyor, başarılı olan daha severek çalışıyor ve daha da verimli ve dolayısıyla daha da başarılı oluyor ve... vs vs.
(Batıda 1980’lerde ortaya çıkan - Virgin’in kurucusu Richard Bronson, Louis Vuitton’un patronu Bernard Arnault, Vincent Bolloré gibi yeni tarz girişimci kuşağı için ‘en zoru’ yani ‘kişisel birliği’ başardıkları ve bu sayede başarılı oldukları söylenirdi. ‘Kişisel birlik, bütünlük’ (tevhid anlamında) yani ‘ne olduğu, ne olmak istediği ve ne yaptığı’ arasında tam bir âhenk...)
*
Ancak, yerimiz kısıtlı olduğu ve artık abartmamak için beni asıl ilgilendiren konuya yeteri kadar giremedik:
Niye kimi insanlar ne istediğini bilir, kimileri bilmez?
Ne istediğini bilmek, sonradan öğrenilebilir mi?
Öğrenilebilir, diyor uzmanlar.
Bundan ekmek yiyen koçlar, ‘ne istediğini bilme guruları’ filan vardır mutlaka.
Ama bunun belli ve başarısını kanıtlamış bir yöntemi olduğunu sanmıyorum.
*
Sorun etrafınızdaki insanlara: Hayata yeniden başlayacak olsaydın ne yapardın?
Kimse size adam gibi, düşünülmüş bir cevap veremeyecektir.
Çok insan ‘Yine aynı işi, bugün yaptığımı yapardım’ diyecektir.
Bunların pek azı, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘kişisel birliği’ yakalamış mutlu insanlardır.
Ezici çoğunluk yalancıdır. Kendilerini ‘böyle çok mutluyum’ diye kandırmaya çalışanlardır.
Ne istediğini bilememiş, hâlâ bilemeyenler.
Peki siz cevap verebilir misiniz bu soruya?
Veremezsiniz...
Ama üzülmeyin, ne istediğini geç de olsa anlayanlar yahut bunu kendilerine itiraf edebilenler için bir kurtuluş umudu hâlâ var.
Sorun ne istediğini bilmekten ziyade, önyargıları ve korkuları aşacak cesareti bulmakta.
“Bugünkü aklım olsaydı eğer...” diye kambura yatacağınıza, madem ki var, bugünkü aklınızı kullansanıza...
Hürriyet İK, 11.11.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder