Duvara
konuşmayı sürdürmemek için bu kez farklı bir yöntem deneyelim. Şişenin dolu
kısmına odaklanalım.
Her
zaman eleştirdiğim millî vasfını kaybetmiş eğitimin (2ME diyelim, orman vasfını
kaybetmiş 2B’ler gibi) Türkiye’de demokratik bir toplum yaratmak için ne kadar
faydalı olduğuna bir göz atalım.
Demokraside
halktan istenen nedir? Önüne gelen 3 veya 4 adaydan (partiden) birinin üstüne
mührü basmaktır. Halk böylece kendi kendini yönetmiş olur.
Gerçek
demokrasilerle ‘sözde’ demokrasiler arasındaki fark ise, özgürlüklerdir.
Mesela, birden çok aday arasından seçim yapmak bir özgürlüktür. Seçim bokla
kaka arasında olsa da. Keza, iktidara talip olanları beğenmiyorsanız, memleketi
ben daha iyi yönetirim diyorsanız, parti kurmakta, aday olmakta özgürsünüz.
Size yedirmezler, o başka, ama deneyebilirsiniz.
(‘Peki ileri demokrasilerin farkı nedir?’
şeklindeki bir tuzak soruyla beni kovdurmaya çalışırsanız, şu kadar cevap
verebilirim: Gerçek demokrasilerde hukukun üstünlüğü, ileri demokrasilerde
üstünün hukuku geçerlidir.)
Madem
ki demokrasi, kazanma şansı olan birden çok aday arasından en az kötüsünü
seçmektir; biz de zaten gençlerimize, ilkokuldan üniversiteyi bitirene kadar,
sadece ve sadece ‘4 cevap şıkkından birini seçmeyi’ öğretiyoruz. Soru sormak,
cevabını bulmak, sorgulamak, anlamaya çalışmak, tartışmak, bunlar gereksiz
şeyler. Vakit kaybı. Soruları ve cevapları başkası hazırlıyor, senden tek
istenen birini işaretlemek.
Daha
önce çok söyledim, tekrarlamayayım, aynı çocuklar evlerinde de ‘demokrat’
yetişiyorlar zaten. Evde herkes birbirinin hakkına ve görüşüne saygılıdır.
Anneler babalar birbirlerine saygılı davranarak çocuklarına örnek olurlar.
Dayak mayak yoktur. Çocuklar fikirlerini söylemeye teşvik edilirler. Bütün
kararlar tartışarak, ortak verilir. Hasılı çocuklarımız daha çekirdekten
demokrat ve hakka hukuka saygılı yetişirler.
Kısaca,
2ME iyi ve doğru bir sistemdir, ‘Türk aile yapısına’ ve ‘Türk örf ve adetlerine’
uygun ve uyumludur. Buraya kadarında mutabıkız sanırım.
*
Örf
ve adetlerimizin ve 2ME’mizin bir büyük faidesi daha vardır, o da yarının
tüketicilerini doğru formatlaması ve yeni tüketim toplumuna uygun birer birey
haline getirmesidir. Bu yeni birey tipini yani modern tüketim toplumunun
bayıldığı ‘yeni insan’ı da, ‘sürünün içindeki koyun’ örneğiyle tarif
edebiliriz:
Herkes
ne düşünüyorsa onu (aslında sadece tüketmeyi) düşünecek, herkes ne yapıyorsa onu
yapacak, herkes nereye gidiyorsa oraya gidecek, özetle sürü halinde hareket
edecek ama koyun sürüsü, kurt sürüsü değil.
Filozof
Jean-Michel Besnier yakın zamanda çıkan (adını Sadeleştirilmiş İnsan – Yıldız Tuşu Sendromu, diye çevirebileceğim) kitabında ‘gelişme’ diye
sevindiğimiz şeye farklı bir açıdan bakıyordu. ‘Sesli cevaplama sistemi’
denilen şeyin nasıl bir kâbus olduğunu bilirsiniz. Birden ikiden üçten birini
tercih edin, tekrar dinlemek istiyorsanız yıldız tuşuna basın. İlerlemenin
özeti budur.
Yeni
teknolojiler güya hayatımızı kolaylaştırıyor ve bizi daha etkin/etkili/verimli
hale getiriyor. Besnier ‘İlerleme olarak insanlara kabul ettirilen yeni
teknolojiler ve yöntemler sakın insanı aptallaştırıyor, formatlıyor, kendi
otomatizmini bize empoze ederek daha az ‘insan’ haline dönüştürüyor’ diyor. ‘Bizi
birey olarak ‘daha çok’ (daha zengin) hale getireceğine teknoloji hakimiyeti
‘insanları sadeleştiriyor’.
Karmaşıklıklar,
özellikler, farklar, tereddütler, vazgeçmeler yerini çabuk verilen cevaplara,
çoktan seçmelere, standartlaşmış tercihlere bırakıyor, diyor. Sonuç? İnsanın
insanlığı azalıyor, insan ‘asgarî müşterek’ haline indirgeniyor, zevkleri en
basite, kelime hazinesi asgarîye indiriliyor, istek ve beklentileri
standartlaştırılıyor’ (ki gruplamak, saymak ve işlemek kolay olsun) diyor.
Besnier
tabii ki robot-hemşire, felçli insanların umudu olan robot-iskelet, canlı
organizmalarla makinaların sembiyozu, beyin-bilgisayar işbirliği gibi
beklentileri göz ardı etmiyor ama... bu hayallere erişmek için insanın ödediği
bedelin ne kadar ağır olduğunu vurguluyor. Robot insanlaşırken, insan daha
hızlı robotlaşıyor. Duygular, fikirler, kelimeler kıtlaşıyor, insanlık
kısırlaşıyor. Her bireyi tek ve farklı kılan insanın iç dünyası çölleşiyor.
İnsanoğlunun
makineler ve teknoloji ile ‘güçlenmesi’ için ‘insan’ın sadeleşmesi gerekiyor.
Ancak sadeleşmiş insanın yerine robotları veya bilgisayarı koyabilir,
sadeleşmiş insanla makineleri uyumlu hale getirebilirsiniz. Yaratıcı
karmaşıklık, incelik, farklılık, bilinmezlik... robot çağında istenen
özellikler değildir. Hasılı, bugün yapılmak istenen makineyi insana uyumlu hale
getirmek değil, insanı makineye uyumlu hale getirmektir. İnsanoğlunun ‘güçlenmesi’
için önce en basit, en elemanter özelliklerine indirgenmesi gerekir... diyor
Besnier.
Aile
yapımız, örf ve adetlerimiz, 2ME ve insana verdiğimiz değerle biz yarının
insanını yetiştiriyoruz, demem bundandır.
İyi
anlatamadıysam eğer, tekrar dinlemek için yıldız tuşuna basın.
Hürriyet-İK, 10.02.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder