Viktor’dan Hürriyet-internet’teki
köşede söz etmiştim.
‘Arkadaşlığın en güzel tarifi’ başlıklı bir yazıda. (*)
‘Arkadaşlığın en güzel tarifi’ başlıklı bir yazıda. (*)
Gerçek
bir meloman olan Viktor, 70 yaşında keman öğrenmeye başlamış, bir-bir buçuk yıl
sonra da eşli bir arkadaş toplantısında bize küçük bir konser vermişti. Ayakta
alkışlamıştık. Viktor ise teşekkürlerimize, işte benim ‘arkadaşlığın en güzel
tarifi’ dediğim şu sözlerle karşılık vermişti:
“Ömür boyu keman çalmak istedim. Ancak 70 yaşında elime arşe alma imkanım oldu. Bir senede de ancak bu kadar öğrenebildim. Ama, üzerimde frak, böyle bir kitleye keman konseri vermeyi 70 senedir hayal ederim. Benim hatalarıma, cızırtıma, siz arkadaşlarımdan başka kim tahammül ederdi? Kim böyle güler yüzle dinler, beni cesaretlendirirdi? Bana teşekkür etmeyin! Aslında siz, hoşgörünüz ve dostluğunuzla, bana asıl siz ikramda bulundunuz bu akşam...”
Böyle zarif bir insandır Viktor.
*
Nihayet Büyükada’da geçen
çocukluğunu kağıda döktü. Ben de yazması için - onun ifadesiyle – cesaretlendirdim;
anlattıklarının unutulmaması lazım. O İstanbul’un, o günlerin, o güzelliklerin,
o güzel insanların, okumayacak da olsalar yeni nesillere aktarılması lazım.
Viktor’un dili ve üslûbu da tadına tat katıyor kitabın. 80 küsur yaşında bir İstanbullu’nun anılarını, içinde yaşatmayı başardığı o muzip, meraklı ve sevimli çocuğun dilinden okumak nefis. Hele benim için… Arada bir nesil olsa da, Ada’yı hiç bilmesem de, ilk çocukluğu Yeşilköy’de, benzer bir ortamda, benzer insanlarla geçen benim için bir nimet bu elimdeki kitap.
*
Aslında ‘yokluk
günlerinin nostaljisi’ diye bir şeyler yazmayı planlamıştım. Hem kitaptan söz
ederim, hem de konu İK gazetesine aykırı düşmez hesabı. Çünkü kitabın bir
yerinde şöyle diyor Viktor:
“Yokluklar kendini hissettiriyordu. Herhangi bir şeyi çöpe atmadan evvel, iki kere düşünmemiz gerekirdi. Erzakla gelen kese kâğıtları özenle katlanıp saklanır, kullanılmış sicim parçaları bir makaraya sarılırdı. Boş kutu, kavanoz, şişe, okunmuş gazete, her şey saklanırdı. Evlerin bir köşesi, hurda deposuna dönmüştü.”
Bu satırları okurken, Viktor’un zaten kabarttığı içimi hüzün kapladı.
Biz yokluk görmedik. Ama azlık gördük.
Tüketmek için tüketilen dünyamızda, dostlukların bile üç günde eskidiği günümüzde, ihtiyaç olunca çekmecenin tahtakurusu tozlu dibinde aranıp bulunan fiyonk yapılmış sicimin; karşılığında plastik leğen alınan sararmış Cumhuriyet gazetelerinin; mutfaktaki tel dolabın üzerinde kuruyan yeşil sabunların; pompalı gaz ocağının; hasılı bakkal amcaya '25 kuruşa ne var?’ diye soran çocuğun özlemi düştü yüreğime.
*
Viktor (hatıralarının ilk cildi olduğunu umduğum) kitabını şöyle bitiriyor:
“Ne yazık ki bugün,
kentlerde doğan yeni nesil insanları, gönüllerimizde saklı kalan, nineler,
dedeler, çoluk çocukla aynı soyun insanları arasında ve tek bir binanın çatısı
altında doğup büyümenin ve de Ulu Yaradan’ın yarattıklarıyla iç içe yaşamanın
tadını hiçbir zaman bilemeyecekler artık.”
Ve diyor ki…
“Bunları anlatmama ve bana o mesut günlerimi tekrar yaşatmama fırsat verenlere sonsuz teşekkürler.”
Biz ona teşekkür edeceğimize…
Dedim ya, böyle zarif bir insandır Viktor.
(Viktor Albukrek - Bir
Zamanlar Büyükada 1931-1961 anıları – Adalı Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder