daha doğrusu:
Her işten ayrılanı arkanızdan sövdürmeyi
nasıl başarıyorsunuz?
-Her işten ayrılanı, arkanızdan size ve
şirkete küfrettirmeyi nasıl başarıyorsunuz Allah aşkına?
Bir sohbet esnasında, kemiksiz dilime
nedense tahammül eden bir patrona böyle sorduğumu hatırlıyorum.
Cevabını unuttum.
Muhtemelen ya ‘Aman Serdaaaaar’ ya da ‘Nassı
yani?’ demiştir.
*
Söylemeye gerek yok:
Çalışanlar ve iş
arayanlar nezdinde imajı kötü olan şirket, kötü adaylarla ve kötü çalışanlarla
yetinir; bu onun imajını daha da bozar ve bu kısır döngü kötüleşerek sürer…
Ve işten çıkarılan her çalışan, şirketin
ve patronun imajı açısından pimi çekilip atılmış bir el bombasıdır.
Ey insan kaynakları çalışanı, birinci
vazifen ve marifetin, bu çalışanı dahi terk ettiği ya da kapıya koyulduğu şirketin
‘iyi niyet elçisi’ haline getirip öyle göndermektir. Bunu beceremiyorsan, çünkü
her patron layık olduğu İK’cıyla çalışır, en azından gidenin gönlünü almayı
başar da hiç olmazsa arkanızdan yüksek sesle sövmesin.
-Çalışana veya dışarıya dönük imaj ve
prestij reklamları için isterseniz trilyonlar harcayın; aleyhinizde konuşan tek
bir çalışanın ya da eski çalışanın yaptığı tahribatı telafi edemezsiniz...
-Size yüzde yüz katılıyorum Serdar Bey!
Katılıyorsun da ne oluyor?
*
Groupe Casino’nun (*) İşe Alım Direktörü
Thomas Vilcot’un bir kitabı çıktı geçenlerde: Recrutement responsable yani Sorumlu
İşe Alım.
Kendisi ne kadar uyguluyor bilinmez, ama
en azından adaylara karşı daha saygılı bir işe alım sürecini savunuyor
kitabında. Mesela ön elemeyi geçemeyen aday adaylarına bilgisayar tarafından
gönderilen otomatik cevaplara itiraz ediyor. Kişiye özel cevap verin diyor.
Yanında çalışan 20 işe alımcıyı ‘adaylara yol göstermekle görevli İK koçu’
haline getirdiğini söylüyor. ‘Gerekirse, başvurdukları işin niye onlara göre
olmadığını izah ediyoruz.’ Bu ciddi bir mesai gerektiriyor tabii,‘Ama bazen
adayları şirket içinde akıllarında olmayan başka bir göreve yönlendiriyoruz.’
Groupe Casino bir yıldır iş müracaatı yapan adaylara bir ‘mutluluk formu’
doldurtuyormuş: Mülakatınız iyi geçti mi, görevlilerimiz sizi gereği gibi
ağırlayıp ilgilendiler mi?
Çünkü, diyor Vilcot ‘Her adaya bir
müşteriymiş gibi davranmalısınız’.
Bence sadece bir müşteri gibi değil,
şirketin halkla ilişkiler çalışanıymış, reklamcısıymış, imaj elçisiymiş gibi
davranmalısınız. Aday adaylığını bile kabul etmedikleriniz de dahil, her aday
bu süreçten sonra sizin hakkınızda iyi konuşmalı ve sizin reklamınızı yapmalı.
İşe alım sürecinde, İK’cıların dikkat
etmesi gereken 2 tehlike, daha doğrusu 2 temel günah bıkkınlık ve kibir.
Bıkkınlık, çünkü beş, on, elli adayla
yazışıp görüştünüz mü iş rutine girer, işe alımcı ve mülakatçı yorulur, bezer.
Dikkat dağılır. Bir müddet sonra ‘alalım birini bu iş bitsin’ psikolojisi ağır
basar. Hele yönetici ne istediğini bilmiyorsa. Ki yaygındır.
Kibir, çünkü (hani yabancı
konsoloslukların Türk vize çalışanları müstemleke işbirlikçisi psikolojisiyle
kraldan fazla kralcı kesilir, kendi vatandaşlarına eziyet eder ya, o kadar
olmasa da) iş arayan, belki o işe çok muhtaç olan adaylar karşısında sırtını
şirkete dayamış işe alımcı kendini ‘muktedir’ hissetmeye başlar. Doğaldır.
Her iki durumda da – ama asıl ikisi üst
üste bindiğinde - adaylara karşı dikkatsizlik hatta saygısızlık kolaydır.
Şirketler İK’cılarına bu açıdan çok
yüklenmemeli, gerekli eğitimi vermeli ve fakat asıl işi, işe alımcının ve
mülakatçının insafına bırakmadan, ‘adaya duyarlı’ işe alım prosedürlerini hazırlamalı ve uygulamalıdır.
Bunu sözlü olarak söyledin mi,
İK’cıların tepkisi standart:
-Biz bütün bu söylediklerinizi zaten
uyguluyoruz!
Aferin, ama bir kere daha düşünün,
derim.
Unutmayın: ‘Şirket odur ki, işten atılan
dahi hakkında iyi konuşa…’
(*) Bu arada, Casino’yu dünya çapında bir marketler zinciri haline
getiren ve ‘sosyal duyarlılığı’ ile tanınan Antoine Guichard 18 Mayıs’ta 86
yaşında öldü.
Hürriyet-İK, 02.06.2013