Şöyle bir insan, daha doğrusu madem ki konumuz İK, şöyle bir
yönetici olsa...
Yok ya, olmaz ya, ben 30 küsur yıllık çalışma hayatımda hiç
örneğine rastlamadım!
Ama, burada hayal kuruyoruz, böyle bir yönetici hayal edelim.
Hani bakınca, “Ya bu
adam/kadın akşam eve gidince, eşinin, çocuklarının yüzüne nasıl bakıyor, asıl
aynaya nasıl bakıyor?” diye hayret edeceğiniz türden.
Çıkarcılığı, kaypaklığı, dönekliği, arsızlığı sanat haline
getirmiş biri. Mesela...
Hayatında yoluna çıkan her insanla tek tek ilişkisini ‘bana ne menfaat sağlar’ mihengine
vurabilen.
Tek tek, tanıdığı her insanla ilişkisini bir kuyumcu terazisi
hassasiyetiyle tartıp ayarlayabilen.
Terazinin bir kefesinde karşısındaki, öbür kefede bu insandan
çıkarı.
Bugünkü çıkarı, yarınki çıkarı, olası çıkarı.
Doğrudan çıkarı, dolaylı çıkarı, dolambaçlı çıkarı.
Ayar ama, ince ayar, altın borsası gibi; günlük, dakikalık.
Şu an sizden bir çıkarı varsa farklı, yoksa farklı muamele.
Ne olur ne olmasza bir gülümseme. Çıkarı varsa bir küçük şaka.
Çıkarı büyükse köpekleşme.
Sonra, sizinle işinin bittiği an, yüzünüze bile bakmama. Çünkü
üç gün sonra, gene gerekirse, hiç utanmadan, hiç bir şey olmamış gibi
davranabilme.
Çünkü herkesi, her ilişkiyi, kendi çıkarları uğrunda kullanılabilecek
bir ‘araç’ olarak görebilme.
Dahası, bütün bunları bilinçli yapabilme.
Daha dahası, bunu bir marifet, hatta bir meziyet olarak görme.
National Geographic’in Build
to kill-Öldürmek için yaratılmış diye bir hayvan belgeseli vardır, öyle, Build to success-başarmak için yaratılmış.
Fransızlar’ın ‘le grand
art’ (gerçek sanat) dediği türden bir şahsiyetsizlik abidesi!
Ama nerde? Böylesini bulsak, baş tacı ederiz.
*
Benjamin Fabre’ın kitabını okurken bu hayali kurdum.
Adam yağcılığın kitabını yazmış.
Kitabını yazmak dediğim, mecazi değil gerçek anlamda:
Kitabıh adı, Ofiste nasıl
iyi bir yağcı olunur? (diye çevirdim.)
“Yağcılık bir sanattır”
diyor yazar, kendine has kuralları vardır.
Mesela zamanı iyi ayarlayacaksın.
Bazı saatler yağcılığa daha uygunmuş.
Daha doğrusu, insanlar günün bazı saatlerinde yağlanmaya daha
açıktırlar, diyor. Kimi saatlerde ise tamamen kapalı.
“Ofiste yağ çekmek için
ideal saat 19’dur.” (Mesai genelde 18’de bittiğine göre, bizde 18.)
Çünkü homo ofisus’un
mutluluğu, iş çıkış saatine doğru artarmış.
“Sabahın 8’inde de yağ
çekebilirsiniz ama sonuç alma şansınız çok düşüktür” diyor Fabre.
“Ancak dikkat, mesai
bitimini sakın geçmeyin!”
Çünkü – eğer bir işkolik yahut eve gitmemek için bahane yaratan
bir mutsuz eş falan değilse – homo ofisus’un
mutluluk eğrisi mesai saatindan sonra (hâlâ ofiste kalmak zorundaysa) yokuş
aşağı gider.
Aynı şekilde, iş arkadaşlarınızın ve yöneticinizin mutluluğu (ve
dolayısıyla yağlanmaya açıklığı) hafta sonu tatili yaklaştıkça artarmış.
Sonra, yağ çekeceğin yeri iyi ayarlayacaksın, diyor.
Kahve makinasının başında yağ çekmekle müdürün odasında sanatını
icra etmek aynı neticeyi vermez.
Uzmanımız diyor ki, siz siz olun müdüre odasından başka yerde
yağ çekmeyin.
Özellikle, çalışma arkadaşlarızın, sekreterlerin, her türlü
haşarat, sürüngen ve hatta duvarların bile kulaklarından uzak durun.
*
Uzun uzun yazmış Fabre. Çok da güzel yazmış.
Ama okurken kendi kendime dedim ki, Fabre, senin yağcının, senin menfaatperestin daha 40 fırın ekmek yemesi lazım.
Hürriyet-İK, 06.10.2013
Twitter : @kserdardevrim
Twitter : @kserdardevrim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder