3 Ekim 2013 Perşembe

Mesela dediydik...


Şöyle bir insan, daha doğrusu madem ki konumuz İK, şöyle bir yönetici olsa...

Yok ya, olmaz ya, ben 30 küsur yıllık çalışma hayatımda hiç örneğine rastlamadım!

Ama, burada hayal kuruyoruz, böyle bir yönetici hayal edelim.

Hani bakınca, “Ya bu adam/kadın akşam eve gidince, eşinin, çocuklarının yüzüne nasıl bakıyor, asıl aynaya nasıl bakıyor?” diye hayret edeceğiniz türden.

Çıkarcılığı, kaypaklığı, dönekliği, arsızlığı sanat haline getirmiş biri. Mesela...

Hayatında yoluna çıkan her insanla tek tek ilişkisini ‘bana ne menfaat sağlar’ mihengine vurabilen.

Tek tek, tanıdığı her insanla ilişkisini bir kuyumcu terazisi hassasiyetiyle tartıp ayarlayabilen.

Terazinin bir kefesinde karşısındaki, öbür kefede bu insandan çıkarı.

Bugünkü çıkarı, yarınki çıkarı, olası çıkarı.

Doğrudan çıkarı, dolaylı çıkarı, dolambaçlı çıkarı.

Ayar ama, ince ayar, altın borsası gibi; günlük, dakikalık.

Şu an sizden bir çıkarı varsa farklı, yoksa farklı muamele.

Ne olur ne olmasza bir gülümseme. Çıkarı varsa bir küçük şaka. Çıkarı büyükse köpekleşme.

Sonra, sizinle işinin bittiği an, yüzünüze bile bakmama. Çünkü üç gün sonra, gene gerekirse, hiç utanmadan, hiç bir şey olmamış gibi davranabilme.

Çünkü herkesi, her ilişkiyi, kendi çıkarları uğrunda kullanılabilecek bir ‘araç’ olarak görebilme.

Dahası, bütün bunları bilinçli yapabilme.

Daha dahası, bunu bir marifet, hatta bir meziyet olarak görme.

National Geographic’in Build to kill-Öldürmek için yaratılmış diye bir hayvan belgeseli vardır, öyle, Build to success-başarmak için yaratılmış.

Fransızlar’ın ‘le grand art’ (gerçek sanat) dediği türden bir şahsiyetsizlik abidesi!

Ama nerde? Böylesini bulsak, baş tacı ederiz.

*

Benjamin Fabre’ın kitabını okurken bu hayali kurdum.

Adam yağcılığın kitabını yazmış.

Kitabını yazmak dediğim, mecazi değil gerçek anlamda:

Kitabıh adı, Ofiste nasıl iyi bir yağcı olunur? (diye çevirdim.)


Yağcılık bir sanattır” diyor yazar, kendine has kuralları vardır.

Mesela zamanı iyi ayarlayacaksın.

Bazı saatler yağcılığa daha uygunmuş.

Daha doğrusu, insanlar günün bazı saatlerinde yağlanmaya daha açıktırlar, diyor. Kimi saatlerde ise tamamen kapalı.

Ofiste yağ çekmek için ideal saat 19’dur.” (Mesai genelde 18’de bittiğine göre, bizde 18.)

Çünkü homo ofisus’un mutluluğu, iş çıkış saatine doğru artarmış.

Sabahın 8’inde de yağ çekebilirsiniz ama sonuç alma şansınız çok düşüktür” diyor Fabre.

Ancak dikkat, mesai bitimini sakın geçmeyin!

Çünkü – eğer bir işkolik yahut eve gitmemek için bahane yaratan bir mutsuz eş falan değilse – homo ofisus’un mutluluk eğrisi mesai saatindan sonra (hâlâ ofiste kalmak zorundaysa) yokuş aşağı gider.

Aynı şekilde, iş arkadaşlarınızın ve yöneticinizin mutluluğu (ve dolayısıyla yağlanmaya açıklığı) hafta sonu tatili yaklaştıkça artarmış.

Sonra, yağ çekeceğin yeri iyi ayarlayacaksın, diyor. 

Kahve makinasının başında yağ çekmekle müdürün odasında sanatını icra etmek aynı neticeyi vermez.

Uzmanımız diyor ki, siz siz olun müdüre odasından başka yerde yağ çekmeyin.

Özellikle, çalışma arkadaşlarızın, sekreterlerin, her türlü haşarat, sürüngen ve hatta duvarların bile kulaklarından uzak durun.

*

Uzun uzun yazmış Fabre. Çok da güzel yazmış.


Ama okurken kendi kendime dedim ki, Fabre, senin yağcının, senin menfaatperestin daha 40 fırın ekmek yemesi lazım.


Hürriyet-İK, 06.10.2013

Twitter : @kserdardevrim





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder