Mühendis olmaya gerek yok: Vidayı fazla sıkarsan ya sıkışır, ya kırılır, ya yalama olur.
*
Ben ekonomi
öğrencisiyken, 1970’li yıllarda, dünyanın en büyük bankasıydı. Finans ve
bankacılık sektörüne yeni teknolojileri sokan, kredi kartının mucidi bu
bankaydı. 1980’lerin başında korkunç bir kriz geçirdi, batmaktan zor kurtuldu.
O yıllarda
ekonomistler, bankanın içine düştüğü krizin ‘aşırı riskli krediler’den kaynaklandığı görüşündeydiler. Kredi
satıcıları (galiba müşteri temsilcisi yahut kredi danışmanı diyorlar şimdi) çok
riskli müşterilere yüklü miktarda kredi vermişlerdi. Özellikle de - hava
şartlarına ve ‘canlı’ya bağımlı olduğu için bizatihî riskli bir sektör olan -
tarım ve hayvancılık sektörüne.
Bu tutumun da
birbirini tetikleyen iki açıklaması vardı:
(1) Aşırı performans baskısı ve
(2) kredi
satıcıları arasında çalışan devir
(turnover) oranının çok yüksek oluşu. (Aklımda yüzde 30’lar gibi korkunç
bir rakam kalmış, doğruysa.)
Zaten (2)
büyük ölçüde (1)’in bir sonucuydu. Kredi satıcıları ya yoğun performans baskısı
karşısında kaçıyorlardı, ya da başarılı olanları rakipler kapıyordu.
Bankanın kredi
satıcıları üst yönetimden gelen aşırı performans baskısı karşısında şu mantıkla
hareket ediyorlardı:
- Nasılsa kredinin geri ödeme tarihi
geldiğinde, ben burada olmayacağım! Müşteri ister borcunu ödesin, ister
ödemesin…
Özetle, performans
baskısı geri tepmiş ve bankayı batmanın eşiğine getirmişti.
*Bugüne kadar patlak vermiş bankacılık ve finans krizlerinin hepsinde patronların açgözlülüğünün ve trader’ların (performans baskısı ve prim beklentisiyle) fazla riske girmesinin payı vardır.
Performans
baskısı bankacılık ve finans sektörüne has değil elbette. Ve yarattığı risk de
sadece finansal değil.
Kalite
düşüşü, üretim hataları, hatta kaza riski… Servis şoförüne baskı yaparsanız,
uykusuz çalışmaya ve hız yapmaya zorlarsınız, insanlar ölür. Üretim bandında çalışan
mavi yakalının dikkati dağılır, işin kalitesi bozulur, iş kazaları artar.
*
Ancak, üst
yönetimin çalışanlar üzerinde aşırı performans baskısının gözardı edilen ama
çok önemli bir sakıncası daha vardır:
Çalışanın ve dolayısıyla şirketin ahlâkı
bozulur.
Aşırı
performans baskısı çalışanı yönetime ve müşteriye yalan söylemeye, tavize ve
kırmızı çizgilerden fedakârlık etmeye zorlar.
Şirketin
ticarî prensipleri, meslek etiği, hatta kurallar ve hukuk çiğnenmeye başlar.
Kısa vâdede
şirket bu yolla cirosunu, belki kârını arttırmayı başarsa da… eninde sonunda
müşteri (mesela gazeteyse okur ve reklamveren, bankaysa mevduat sahibi ve kredi
müşterisi) ve kamuoyu nezdinde itibar (imaj) kaybeder.
Tabii CEO’nuz
da kredi satıcısıyla aynı kafadaysa, yani “Kısa
vâdede iyi sonuçlar alayım, uzun vâdede (Keynes’in ‘hepimiz ölmüş olacağız’
dediği gibi) zaten ben başka şirkete
geçmiş olurum! Benden sonra tufan…” diyorsa, hayırlı işler!.
Dipnot: Daha
da kötüsü, CEO’nun bir ‘kifayetsiz
muhteris’ olmasıdır. Yani ‘ne olursa
olsun sonuç’ derken, işi de bilmiyor olması. Bu durumda kimin üstüne baskı
yapacağını, baskının ne sonuç vereceğini bilmeyecek ve işi de denetleyemeyeceği
için her türlü yalan ve göz boyamaya açık olacaktır.
Hürriyet
İK, 12.07.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder