15 Nisan 2012 Pazar

Ulusal yarışımız

Etrafımda olmadığı için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Bu kadar iş arasında bir de insanların çocukça davranışlarıyla uğraşmak istemiyorum.
Bugünkü ljedonosniçesvo (*) konum 'sidik yarışı'.
Küçük büyük fark etmez, şirketlerde, kurumlarda, insanların olduğu her yerde, ne yazık ki bitmez tükenmez bir sidik yarışıdır sürer gider.
Önemsiz ve değersiz konularda inatlaşarak birbirlerinden üstün gelmeye çalışırlar. (Türk Dil Kurumu sözlüğü de bu geleneksel sporumuzu zaten bu şekilde tarif ediyor.)
Yukarıda 'küçük büyük' (!) derken, kurumlardan bahsediyordum, yanlış anlaşılmasın.
Ama paylaşılamayan yetkinin, iktidarın, görevin de 'küçüğü büyüğü' fark etmiyor.
Tuvaletleri temizleyen görevli, rakip gördüğü diğer tuvalet temizleyicisiyle sidik yarıştırırken, genel müdürler de birbirleriyle didişiyorlar.
Rekabet insanın da, çalışma hayatının da doğasında vardır. Ama burada söz konusu olan, zeytin çekirdeğini doldurmayacak konularda gereksiz ve şahsî inatlaşmadır.
Vahşi doğada hayvanların yaşam alanlarını belirlemek için çalı diplerine işedikleri gibi, insanlar da manasız haysiyet iddiaları, küçücük iktidarları ve bunların sağladığı ayrıcalıklar için birbirleriyle didişip duruyorlar.
*
Yarışanları yakından izliyorsunuz yahut siz de bir yarışçısınız.
Şu anda 'Eee tamama, biliyoruz, lafı nereye getireceksin onu söyle!' diyorsunuz.
İnsanoğlunun karakteri, işin tabiatı böyle diye, yönetici işi oluruna bırakmayacak. Tedbirini alacak.
Sorun genellikle kötü yönetimden (kötü niyetten veya kurumsallaşamamaktan) kaynaklanıyor.
Kurumsal yapılarda sidik yarışı yok mu, elbet var.
Ama herkesin görevi, unvanı, yetkileri, astı üstü, diğerleriyle iş ilişkileri her neyse tam ve açık bir şekilde tarif edilmiş ve duyurulmuş ise, bu tür aptalca vakit ve enerji kaybı aza iniyor.
Kötü yöneticinin iki çeşidi var.
Bir. İnsan ilişkilerinde acemi, insan yönetiminde beceriksiz, çalışanlara ilgisiz... hasılı 'iyi niyetli kötü yönetici'.
İki. İnsanları bölerek yönetmeye çalışan, kendisine karşı birlik olurlar korkusuyla birbirine kırdıran, sidik yarışını keyifle körükleyen ve 'son merci' olmaktan zevk alan 'kötü niyetli kötü yönetici'.
Yıllarca önce yaşadığım bir olaydan örnek vermeye çalışayım.
Bir büyük yağ şirketi. Biz ayçiçek küspesi alıyoruz.
X, şirketin satış müdürü. Y, şirketin ana fabrikasının satış müdürü.
Teorik olarak X, Y'nin amiri.
Ama uygulamada durum öyle değil.
Şirketin organizasyon şeması 'çakma'. Gerçeği yansıtmıyor. Ya da kağıt üstünde kalıyor.
Patronlar şu veya bu sebepten Y'e özel bir statü tanımışlar, X'ten bağımsız hareket ediyor.
Siz şirketten mal alıyorsunuz. Y ile iş yaptınız mı, tahsisat ve ödemeler konusunda X zorluk çıkarıyor. X'le iş yaptınız mı, Y bu kez teslimatta sıkıntı yaratıyor.
'İki arada bir derede kaldım' diye kapısını çaldığınız patron, pişkin 'Yaa sorma, böyle bir düzen kurulmuş. Artık idare edivereceksin' diyor.
Hasılı balık yine baştan kokuyor...
(*) Yanlış yazmadım. Ljedonosniçesvo = Şikayetçi olma hastalığı. Bakınız 18.10.2009 tarihli yazım.

Serdar Devrim, Hürriyet-İK 18.04.2010


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder