14 yıl önce, Hürriyet-internet’te, gene okulların açıldığı bu günlerde, gençlere seslenmiştim.
Onlara, Türkiye’nin ‘gerçek Kurtuluş Savaşı’nı eğitimde verdiğini; dünyanın pek az ülkesinde ana-babaların bizimkiler kadar büyük bir fedakârlığa katlandığını; kendisi adam gibi okuyamamış kuşakların ‘Benim çocuğum okuyacak!’ diye inatla, insanüstü bir gayret gösterdiğini hatırlatarak, gençlere ‘Ne olur kıymetini bilin!’ diye romantik bir çağrı yapmıştım. (15.09.2002)
Demek ki o günlerde Türkiye’den daha umudumu tam kaybetmemişim, hâla iyi şeyler yapabileceğimize inanıyormuşum.
Belki de kendimi kandırıyormuşum.
*
Hani derler ya, şu kadar bin dolar millî gelire erişmeden bir ülkede demokrasi olmaz diye. Asıl, toplum belli bir eğitim seviyesine erişmeden demokrasi olmaz.
(1) Demokrasiyle ekonomik kalkınma (2) demokrasiyle eğitim (3) ve kalkınma ile eğitim üçlüsü birine bağlıdır. Bu sacayağının bir ayağı bile kısa kalsa, denge bozulur. Gelişemezsiniz. (Para kazansanız da sonradan görmelikten ve ilkellikten kurtulamazsınız.)
Türkiye gibi, ekonomik ve kültürel açıdan henüz demokrasiye hazır değilken, ‘ekzojen’ (dışsal) etkilerle çok partili düzene geçen ülkelerde (mesela Türkiye’nin bu geçişi NATOzoridir, biliyorsunuz) zamana karşı bir yarış başlar. Demokrasi ile fakirlik ve cehalet arasında bir yarış. Geri kalmışlık döneminin mirası hızlı artan nüfusu hem hızla eğitmek hem gelir düzeyini arttırmak gerekir. Bu mucizeyi başaramazsanız, hele hele eğitim savaşını kazanamazsanız, demokrasi yarışı kaybeder.
Çünkü eğitimi ve demokratik kültürü yetersiz ama ülkeyi yönetecekleri seçme hakkına sahip olan halk (ki Türkiye’de zaten bireylerin kafa ve aile yapısı tamamen anti-demokratiktir) demokrasiye, hukukun üstünlüğüne falan sahip çıkmaz. Yani bu olumsuz-döngüde, demokrasi (daha doğrusu serbest seçimler) de demokrasinin aleyhine işler. Zenginler ve muktedirler ise daima demokrasiyi (faşizan bile olsa) istikrara feda etmeye hazırdırlar. (Bakınız 12 Mart, 12 Eylül)
*
Uzatmayayım. ‘Millî’ sıfatı giderek sırıtan eğitim hakkında; bu eğitim düzeninin gençleri yarına hazırlama kapasitesi hakkında ne düşündüğümü biliyorsunuz. Yama tutmayan sistem yıkılıp baştan yapılmadıkça (ki bu kafayla imkansız) devlet diplomalı işsizler üretmek için vatandaşın vergileriyle, ana babalar da çocukları cahil kalsın diye ceplerinden trilyonlar harcamaya devam eder; daha nice nesiller sadece gereksiz değil, absürt bir yarış içinde çocukluklarını ve gençliklerini yaşayamazlar, yarının işsizleri veya mutsuz çalışanları olmaya mahkûm edilirler.
Hasılı 2014-2015 eğitim yılı bu sene de vatana millete hayırlı olsun!
Not: Daha önce de önerdiğim gibi, Fransızca bilenleriniz, 23 Ağustos 2012 tarihli Nouvel Observateur’de yayımlanmış, Laurent Joffrin imzalı ‘Notre nouvel ennemi: la démocrature’ yani ‘Yeni düşmanımız: demokratörlük’ başlıklı yazıyı okuyabilir.
*
* *
(Yukarıda sözünü ettiğim yazıdan, güncelliğini hiç kaybetmeyecek bir bölüm...)
Hafta sonunda bir hipermarkete gittik kızımla, defter kalem almaya.
Çocukların aklı gidiyor tabii, birbirinden güzel, kalın kalın ciltli, rengarenk defterler, çeşit çeşit kalemler, kalem kutuları, ataçlar, cetveller, Harry Potter kapaklı klasörler...
Ama öğrenci başına 14-15 defter lazım. Sonra bunun kalemi, silgisi, cetveli de var.
Durun daha, kitaplara da gelecek sıra...
Dünyanın parası.
Kızım "Baba iyisinden olsun, şu kalın kapaklı defteri alayım" dedi.
Beğendiği defterin tanesi 9 milyon lira.
Yüzümdeki ifade beni ele verdi demek ki :
"İki ucuz defter alacağıma, bir tane bunu alayım, ilk yarısını bir derse, ikinci yarısını başka derse kullanırım" diye düzeltti.
"Eh al bakalım" derken, hemen yanımda alışveriş yapan bir ana kızın konuşmaları kulağıma çalındı.
12-13 yaşlarındaki kız çocuğu, başörtülü anacığını ikna etmeye çalışıyordu:
"Ama anne daha ne yapabilirim ki? Öğretmen 4 ortalı defter al dedi. Almak zorundayım. "Ucuzunu al" dedin, en ucuzu bu! Buna da mı paramız yok yani!"
Kızımı bırakıp hızla uzaklaştım. Marketin beni kimsenin göremeyeceği bir köşesine kaçtım.
Aaah cennetlik analar babalar!
(Hürriyet-interet,15.09.2002)
Merhaba Serdar ağabey, sen nasıl güzel bir insansın...
YanıtlaSilAkşam Facebook ve Twitter'da bu yazıyı paylaştığını gördüm, okumayı bugüne bıraktım ve az önce öğle molasında okudum. Okurken hem duygulandım (senin marketin bir köşesine gittiğin an gözlerim doldu, ofis arkadaşıma da yazıyı okuyordum, o cümleleri zor tamamladım) hem de "Milli Eğitim"in son 14 yılını (ki benim 22 yaşındaki kızım da bu cendereden geçti) düşündüm. Günümüzde geldiğimiz durumu ise düşünmek dahi istemiyorum (kendi ana dilinden üniversite sınavında ortalama doğru sayısı 40 soruda 19!). Aklıma bir de Finlandiya mucizesinin anlatıldığı, Rus yazar Grigory Petrov'un "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" adlı romanı geliyor. İçim daralıyor, yüreğim sıkışıyor!
Serdar Bey Merhaba
YanıtlaSilSizi bana Sümer Bey tanıttı ve yazılarınızı okumamı önerdi. Ona teşekkür ediyorum sizi de tebrik ediyorum. Ülkemizin önemli sorunlarına dikkat çekerken duygusal yaklaşımlarınız ayrı bir tat katıyor yazılarınıza. Kaleminize kuvvet versin Allah.
Ben de okuma-yazma bilmeyen bir annenin babanın kızıyım. Özellikle rahmetli annem beni çok özveride bulunarak okuttu. Zira eklem romatizması hastası olduğu için ev işlerinde yardımıma vardı. Buna rağmen okumamı destekledi. Ben Doktoralı Kimya Mühendisi oldum. Kendi ayaklarımın üzerinde durdum ve çok mutlu oldum. Anneme de 5 yaşından itibaren hep yardımcı oldum. Şimdi 74 yaşında emekli bir kadınım ve anneme babama duacıyım. Kendi okumayan anneler kızlarını okutmayı çok istiyorlar.
Alış-veriş yaparken ben de böyle konuşmalara tanık oluyor ve çok üzülüyorum. içimden "o defteri sizin için ben alabilir miyim" demek geliyor ama incitmekten çekiniyorum. Çareyi uzaklaşmakta buluyorum.
Saygılarımla
Kıymet Gözek
Düzeltme: 2. prgf. 2. satır "yardımıma ihtiyacı vardı" olacak.
SilÖzür dileyerek düzeltiyorum.
Kıymet Gözek