Akif benden bir dönem önceydi, onun için
sadece 8 ay birlikte askerlik yaptık. Kars Hafızpaşa Kışlası’nda, birlikte çok
nöbet tuttuk, beraber çok araziye çıktık.
İkimiz de, askerin sevdiği ama çekindiği,
astsubayların hazzetmediği ama iyi geçinmeye özen gösterdiği, subayların da
sanıyorum gözünün tuttuğu iki asteğmendik.
İkimiz de bizim için çok yeni ve farklı
olan bu dünyaya ayak uydurabilmek, hayatta ve ayakta kalabilmek için aynı
taktiğe başvurmuştuk:
Deli numarası yapmak!
(Ne kadarı numaraydı, ne kadarı gerçekti,
tartışılır ama yeri ve zamanı değil.)
Üstlerinin gözünde:
Vazifeden kaçmayan aksine sorumluluk
almaktan hoşlanan, işini sonuna kadar kovalayan ve tamamlayan, verilen görevi
en iyi şekilde yapan, güvenilir, ciddî, astlarına hâkim ama... düşündüğünü
söylemekten, gerektiğinde üstlerine kafa tutmaktan çekinmeyen; kaytaranlara ve
aptallara tahammül göstermeyen; askeri kollamak yahut bir görevi yerine getirebilmek
için bazen askerliğin katı (sert anlamında değil, esnek olmayan anlamında)
kurallarını zorlamaktan kaçınmayan asteğmenler;
Astların gözünde:
Her askerin tek tek ‘insan’
olduğunu; erinden asteğmenine hepimizin nihayet aynı şekilde askerlik
yaptığımızı; biz asteğmenlerin tek farkımızın daha şanslı olduğumuz için bir
yüksek okuldan mezun olmaktan ibaret olduğunu; bunun bize bir üstünlük değil
aksine bir sorumluluk yüklediğini unutmayan; iyi bir insan olmaya gayret eden,
askeri ezmeyen aksine kollayan, anlayışlı, sabırlı ama... görevden taviz
vermeyen, kaytarmaya göz yummayan ve asıl önemlisi ‘ne zaman delleneceği belli
olmayan’ asteğmenler.
Ne zaman delleneceği belli olmayan... işte
işin sırrı ve anahtarı burada.
Çünkü askerlik denilen garip meslek yahut
mesaide çok farklı insanları yönetmek ve onları ölmeye ve öldürmeye hazırlamak
zorundasınız. Daha önce anlatmıştım. Terhisimi beklerken yazıcı erlerle sohbet
ettiğimi gören tabur komutanı beni uyarmıştı:
- Askerin huyunu bozarsın. Şunu asla
unutma: Emrin altındaki erbaş ve er, evli midir, anası babası çoluğu çocuğu var
mıdır, hastası mı vardır, borcu harcı, bir sıkıntısı mı vardır, mutlaka bilmen
gerekir. Çünkü bu, askerin askerliğini etkiler. Ama o kadar! Askerin ailesini
tanımayacaksın, çocuğunu sevip okşamayacaksın, erata askerliğin ötesinde
yakınlık duymayacaksın...
- Niye komutanım?
- Oğlum sen yarın, bir emrinle bu adamı
ölüme göndereceksin! Birinin evde yaşlı annesi var, öbürünün sütte çocuğu var,
bir diğerinin senedi var... sen nasıl emir verirsin?
Bu kural belki de ‘sivilde’, çalışanlarını
ölüme gönderen, genellemeden söyleyeyim, kimi tersaneler, madenler vb için de
geçerlidir, bilemem.
*
Ne zaman delleneceği belli olmayan
(asteğmenler), işte işin sırrı ve anahtarı burada, diyordum ki kabaca kendi sözümü
kestim.
Bu yöntem, ‘Deli Nizam’ adıyla maruf
Nizamettin Nazif’in (Tepedelenlioğlu) gazetedeki bir bıçkın meslektaşına
uyarısını unutmamak kaydıyla, yöneticilik hayatında da geçer akçedir:
“Oğlum, demiş üstat, deli numarası
iyidir, her zaman işe yarar, ama sakın kendin inanma!”
Bizim şirketlerde adamı deli etmek için
her türlü ortam vardır gerçi, ama deli olmanıza gerek yok.
Deli numarası yaparak adınızı deliye
çıkarmanız kafi. Derecatıyla tabii ki.
Kırmızı çizginize kadar deliliğiniz ‘kestirilebilir
ve tutarlı’ olmalı.
Yani hangi durumda, ne ölçüde ve ne
şekilde delleneceğinizi muhatabınız iyi kötü bilmeli. (Yenilere de hemen
öğretmelisiniz. Zaten şöhretiniz de bunu kolaylayacaktır.)
Ve gene bilmeli, bilmese de şüphelenmeli
ki, aşılmaması gereken bir kırmızı çizginiz vardır, bunun ötesinde ‘bu
herifin ne yapacağı belli olmaz!’
Size kimi meslek sırlarımı ifşa etme
riskine rağmen bunları anlatıyorum çünkü
- Hazreti Eyüp sabrına sahip değilseniz;
- “Bana ne, babamın şirketi değil ya, iş
olursa olur olmazsa olmaz” diyebilenlerden değilseniz;
- İşini yarım yamalak ve kötü yapmayı
içine sindirebilenlerden değilseniz;
ve tabii
- İşini adam gibi yapmayan, işi yokuşa
süren, geciktiren bizzat siz değilseniz...
Bizim şirketlerimizde bazen / sık sık /
genellikle / her zaman (gereksiz olanları siliniz) işi döve döve, söve söve
yaptırmak gerekir!
Aaaa, pardon, yanlış anlaşılmasın, ‘Serdar
çalışanlarına bağırıp çağırıyor’ sanılmasın.
Aklımdan dahi geçmez ama, bugüne kadar
yöneticisi olduğum insanlara karşı sesimi yükseltmek, ‘dellenmek’
zorunda hiç kalmadım.
Ama eşitlerim ve üstlerin benim delişmen
halimi görmeyi pek severler nedense!
Hürriyet-İK, 27.10.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder