İthalat-ihracat işi yapan bir dostum vardı. İ.Ö. yani internetten (hatta fakstan) öncesinden söz ediyorum, bütün işlerin teleksle ve telefonla yapıldığı yıllar. Çalışma masası 20-30 cm yüksekliğinde teleks kağıdıyla kaplı olurdu. Asla klasöre filan koymazdı. Teleks kağıtlarının üzerinde çalışır, yazar çizer ve her aradığını da şıp diye bulurdu.
Gazetede, hemen arkamda,
hafta sonu ilavelerinin bir yazarı oturuyor. Daha doğrusu masası duruyor,
kendisi ara sıra uğruyor. Ben hayatımda bu kadar dağınık bir masa görmedim.
Geldiğinde, masasında yığılı kitapları, dergileri, açılmamış paketleri bir
kenara itiyor, iskemlesinin üzerindekileri yere indiriyor, klavyeyi altlardan
bulup üste çıkarıyor ve artık bilgisayar ekranını nasıl görüyorsa yazısını
yazıp gidiyor.
Bendeniz manyak ise, akşam
çıkarken arüzamik (böyle bir laf vardır ama nasıl yazılır, bilmiyorum, TDK’da
filan da bulamadım) her şeyi topluyorum. Varsa evrak, mutlaka dosyalıyorum.
Kalemleri kalem kutusuna, kalem kutusunu sürgüye yerleştiriyorum. Okunmuş gazeteleri
kaldırıyorum… Hasılı, akşam çıkarken masamda sadece ekran, klavye, fare, sabit
telefon, masa lambası ve arkadaşım ve yardımcım Bülent’in (Ovacık) eliyle yapıp
bana hediye ettiği ağaçtan oyma horoz biblosu kalıyor. O kadar. Yağ dök yala,
bal dök yala…
Manyaklık tabii ki. Zararsız
bir manyaklık… sanıyordum ben. Hatta biraz da övünüyordum.
Ta ki yaptığımız (1 Eylül
2013) Dağınıklık = Yaratıcılık başlıklı habere kadar. Prof.
Eric Abrahamson yöneticilere ‘masası dağınık olan çalışanları tercih edin’
diyordu. Ama ben gene de ders almadım, patronlarım da nasılsa Hürriyet
İK okumaz (J) diye güvendiğim için istifimi bozmadım,
manyaklıkta ısrar ettim.
Ama işin tadı kaçmaya
başladı.
Geçenlerde New York
Times’ta bir makale yayımlandı. Buna göre, Minnesota Üniversitesi’nden bir
grup profesör ‘toplu masa uymacılık (korformizm) göstergesidir’
buyurmuşlar. Bak bu kötü, çünkü patronların NYT okuması
olasılığı yüksek. Makaleye göre (kötü niyetli yahut kolaya kaçan bir özetlemeye
gidersek) ‘güneşsiz ve soğuk bir ülkede + dağınık bir masada oturup + boş
zamanlarında bir müzik aleti çalmak’ yaratıcılık için ideal formülmüş.
(Hayır, Serdar yanmış
yazmadı, ‘en ideal denmez’ ideal zaten ‘en’dir; ‘en mükemmel’ denmeyeceği
gibi.)
Gazetede cephem 220 derece
Güney-Batı’ya dönük oturuyorum. Sabahtan akşama güneşle köşe kapmaca oynuyoruz,
ben perdeki indirdikçe o bir iki derece daha Batı’ya kaçıp ısrarla gözüme
girmeye devam ediyor. Ayrıca şu saatte (saat 17.15) ofiste iç ışı 27 derece.
Yani 1 no.lu yaratıcılık ortamı kaçtı.
Çalışmakta olduğum halde
masada manyak bir düzen ve temizlik hâkim. No. 2 de iflas etti.
Müzik aleti deseniz, nanay.
Bu şartlarda uymacı
olmayayım da ne olayım ben?
Marketing profesörü Kathleen
D. Vohls “Düzenli ortamlar yaratıcılığın serbestçe tezahürü için fazla
uzlaşımcıdır” (konvansiyoneldir) diyor.
Peki? Ortam namüsait,
yaşımız kemâle ermiş, modamız geçmiş, müzik kabiliyetinden nasibimizi
alamamışız, yani yaratıcılık sıfır… Rahmetli Vladmir İlyiç’in dediği gibi Tchto
dielat? yani ne yapmak lazım?
Gençlere güvenmek lazım. (Hürriyet
İK’da durumu idare edebilirim de, Hürriyet Kampüs’te amortim
bile yok.)
Gençlerin yaratıcılığına
güvenmek lazım. Tabii maddi manevi dağınıklıklarını lahavle diye görmezden
gelmek şartıyla.
Her konuda gençlere güvenmek
lazım.
Ne yapacaklarını, nasıl
yapacaklarını, neyin doğru neyin yanlış olduğunu en iyi gene gençler bilirler.
Faşizmin anlamı yok.
Her yer Taksim her yer
direniş. Ofisler dahil.
#AntiKonformizm
Müzik ne alaka?
... diyeceksiniz.
Yaratıcılığın bir müzik aleti çalmakla ne ilgisi var? Varmış. Bir alet çalmak
insanın ‘ruhunu, zihnini, aklını, ufkunu açar’ diyor uzlamlar. Franc Zappa’nın
dediği gibi, akıl paraşüt gibidir, açık değilse bir halta yaramaz. Müzik
insanın konsantrasyon gücünü artırır, dinlemeyi öğretir, ‘eş zamanlı olarak hem
şu ana hem de geleceğe yoğunlaşmayı öğretir’ vs vs... Bütün bunlar da
yaratıcılığı geliştirir ve beslermiş.
Hürriyet-İT, 10.11.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder