Radikal-2’de Meriç Demiray, “Dizi sektörünün üzerinde kara bir bulut dolaşıyor. Yeni diziler reyting alamıyor, eskiler seyircilerini kaybediyor. Yapımcılar tüm cesaret ve inisiyatiflerini kaybetmiş, ‘format’ peşinde. Sorun ne? Ne oldu?” diye soruyordu. (16 Aralık) Ve sorunu özetle şu hatalara bağlıyordu:
1. Reyting alıyor ve en çok son bölümleri izleniyor diye diziler uzadıkça
uzadı.
2. Uzatılan süre ‘duran hikayeler’ ve ‘sessizlik’le doldurulunca
dizilerin temposu yavaşladı.
3. Uzun çalışma saatleri ve kalitesiz mal sebebiyle deneyimli ve kalifiye
insanlar (yazarlar, senaristler vd) kaçtı.
Ben uzman değilim, zaten çok kötü bir
televizyon seyircisiyim, ama Türk kanallarını hiç görmüyorum. Çünkü bu kadar ‘aptal yerine koyulmak’ haysiyetime
dokunuyor. Televizyonun karşısına geçebilecek en geri zekalı ve en ilkel homo
televizyonus’u hedefleyen yayımları (hatta Reha Muhtar’dan beri haberleri)
izlemeyi kendime olan saygım yüzünden reddediyorum. Gene de, Pierre
Desproges’un esprisiyle ‘hiç televizyon
seyretmiyor olmam televizyonlar hakkında bir görüşüm olmasına engel değil’.
Şu kadarını ben bile hatırlıyorum: Asmalı Konak’la başlayan (Mart 2002) ‘dizi furyası’ndan önce de benzer bir ‘yarışma çılgınlığı’ yaşanmıştı. Gene
bütün kanallarda sabahın köründen gece yarılarına kadar yarışmadan başka şey
yayımlanmaz olmuştu. Rekabet yüzünden fahiş fiyatlarla yurdışından satın alınan
yarışma formatları aynı ucuz mantıkla bozulmuş, sakız gibi uzatılmış, ucuza mal
etmek için sorulara ve içerik kalitesine para verilmemiş, adam gibi
profesyoneller yerine uyduruk dizilerde yahut Biri Bizi Gözetliyor tipi teşhirci-röntgenci programlarında ‘ünlü’
(!) olmuş cahil-cuhelaya sundurulmuş ve sonunda yarışmalar da seyredilmez
olmuştu.
Yukarıdaki paragrafta yer alan ‘yarışma’ kelimesini ‘sitkomlar’la, ‘kadın programları’ (yahut ‘gelin
kaynana programları’) ile, hatta genelleyip ‘reality show’larla değiştirebilirsiniz.
Şimdi unuttuk ama böyle çok ‘furya’mız oldu bizim. Hepsinin de sonu
aynı. Ve ne acıklıdır ki… hepsinin sonunu getiren sebepler de aynı:
1. Sürü
psikolojisi: Herhangi bir kanalda başarılı bir program yayımlanınca (ki tek
başarı ölçüsü reyting olan bir memlekette televizyonlarda kalitenin sürekli
aşağı çekilmesi kaçınılmaz) en arsız ve yüzsüz şekilde taklit etmek; (‘Sürü psikolojisi’ deyince sadece ‘koyun gibi öndekinin peşinden gitmek’
anlaşılıyor, oysa sürü halinde yaşamak bir savunma yöntemidir. Zebralar,
impalalar, gnular, antiloplar ‘kalabalığın
içinde saklanarak’ düşmanlarından korunmaya çalışırlar. Kendi formatlarını
ve şöhretlerini yaratama becerisi ve cesareti olmayan, sadece yurtdışından
format satın almakla ve birbirini taklit etmekle yetinen, herkesin yaptığını
yaparak korunmaya çalışan pek çok televizyon yöneticisi gibi.)
2. Tutan
programın b.kunu çıkarmak: Bir program iyi gidince bütün kanallarda, her
saat öğğğh dedirtene kadar çoğaltmak;
3. Reklamın
b.kunu çıkarmak: İnsanların dizileri internetten reklamsız izleyebildiği
bir çağda, diziyi bir türlü bitmeyen reklamlarla zırt pırt kesmek; yasakları
delerek reklam yayımlamak için mümkün her türlü çakallığı yapmak;4. Seyirciyi aptal yerine koymak: Türk seyircisini seyrettiğini anlamayan geri zekalı yerine koyarak (ki bir noktadan sonra ‘bu seyirci’ bile bıkıp seyretmez oluyor) program içeriklerinin (a) kalitesini sürekli düşürmek (b) tempoyu sürekli düşürmek; (c) diziyi özet-önceki özet-sonraki özet-tekrar diye 3-4 kere yayımlamak; (d) Her bölümün final sahnesinden önce 5 dk reklam seyrettirip son sahneyi lak diye kesmek, vesaire vesaire...
Televizyon dizileri bahane:
Kendini uyanık, herkesi aptal zannetmek; geçerli kuralları ‘birlikte ve birbirine saygı içinde yaşamak’ için lazım uygulamalar değil, engel hatta işine gelince (emniyet şeritleri gibi mesela) kurallara riayet eden ‘enayilerin’ önüne geçmek için fırsat gibi algılamak; arsızlık ve yüzsüzlük; neyin, nerede, ne kadar, nereye kadar yapılacağını bilmemek; ucuza ve kolaya kaçmak, ucuz adamla çalışmak; günü ve kendini kurtarmaya çalışmak...
Televizyon toplumun aynasıdır!
Hürriyet İK - 30.12.2012