Bir tımarhanede çalışıyorum kitabının yazarı Martin Wehrle ise “Hemen her
şirket iki şirkettir” diyor: “Biri dışarıya gösterdiği yüzü ya da olmayı hayal
ettiği hali, diğeri içeriden görünen yüzü yani gerçek hali…”
*
Wehrle bir yönetim danışmanı
ve yönetici koçu. Yüzlerce çalışanla bire bir sohbet ederek sorunlarını
dinlemiş, görüp de görmezden gelmek zorunda kaldıklarını, söylemek isteyip de
söyleyemediklerini derlemiş.
‘Tımarhane’ dediği şirketi
özetle şöyle tanımlıyor:
Bilanço rakamlarını belki
ezbere bilen, şirket dışı partnerlerle senli benli olan, vaktini sürekli önemli
toplantılarda geçiren, ama şirketin iç gerçeğine gözü kulağı kapalı, iç
işleyişi ve çalışanlarının sorunlarını bir ofisboy kadar dahi bilmeyen yöneticilerin
elinde kalmış şirket...
Wehrle, bir şirketin ‘tımarhane’
haline geldiğini şu 4 ipucundan anlayabilirsiniz, diyor:
(1) İki yüzlülük: Şirketin
resmî söylemi laftan ibarettir, icraat yoktur.
(2) Hepbanacılık (aç
gözlülük): Şirket sadece ve sadece kârını düşünür.
(3) Beniçincilik (egosantrizm):
Şirketin gözünde aslında ne müşterileri ne çalışanları vardır, sadece kendini
düşünür.
(4) Amatörlük: Şirket
yöneticileri sürekli yanlış kararlar vermekte ve yanlışta ısrar etmektedirler.
Ancak Wehrle uyarıyor:
Bir şirkete ‘tımarhane’
demek veya dememek sizin bakış açınıza bağlı. Bu ihtihar eğilimli sisteme
mükemmel uyum sağlayıp çok mutlu olanlar da vardır. Aynı şirkete bakıp ‘müthiş
proaktif’ demek de mümkün ‘zıvanadan çıkmış’ demek de; ‘acayip becerikli’ demek
de ‘iş ahlâkı sıfır’ demek de...
Gerçekleri sizin nasıl
algıladığınıza bakar!
Yapmanız gereken, “Şirketimin
değer hükümleriyle, iş yapış biçimiyle mutabık mıyım?” sorusunu kendi kendinize
sormak.
Hayır diyorsanız, mümkünse
arkanıza bakmadan kaçın. Çünkü ya mecburiyetten veya farkında olmadan sizin
karakteriniz de bozulacaktır; ya da giderek huzursuz, mutsuz ve dolayısıyla
başarısız olacaksınız demektir.
“Çalıştığı şirkette mutsuz
olmak, insana akıl sağlığını kaybettirir.”
*
Peki ya kaçıp
kurtulamıyorsanız?
Patrondan başlayarak
diğerlerini akıl yoluna getiremeyeceğinize göre (bakınız Eğer siz aptalsanız,
Hürriyet İK, 15 Nisan 2012) şikayet edip durmayın.
“Hem bir tımarhaneye hizmet
edip hem tenkit etmek tutursızlığın ta kendisidir” diyor Wehrle.
“En azından şikayet edip
rahatlıyorum” demek de doğru değilmiş. Yazar “Her eleştiri sahibine geri döner,
şuur altına yerleşir; sonunda şikayet eden de şikayet ettiklerine benzemeye
başlar” diyor.
*
Çalıştığınız tımarhaneyi
sürekli eleştirmenin, şikayet etmenin zararını en çok kendiniz çekersiniz.
Çünkü işe yönelmesi gereken
enerjinizi bu yolla tüketirsiniz. (Ve tabii aslında iş yerine peşin bahane
üretirsiniz.)
Şirketin ve yöneticilerin
hatalarına, zaaflarına kafa ve çene yormak hem enerji ve vakit kaybı, hem de
mutsuzluk sebebidir.
Özetle “Bu çabayı‘çalışma
hayatımı ideallerimle daha uyumlu ve daha yaşanır hale nasıl getirebilirim’ sorusuna
cevap aramaya ve bulduktan sonra da harekete geçmeye harcayın” diyor yazar.
Çok iyi anladığımı
söyleyemem.
*
Bu satırların yazarı ise,
tımarhane tanımının size çok tanıdık geldiğinden emin.
Ve Martin Wehrle’den daha
açık sözlü olma iddiasında:
- Kaçabiliyorsanız kaçın,
ama bu memlekette ‘akıl sağlığı yerinde’ bir şirket aramak pek de ‘akıl sağlığı
işareti’ değildir.
- Kaçamıyorsanız, ortama
uymayı deneyin. Onlar deliyse, siz zır deli olun. İki yüzlülük, hepbanacılık,
beniçincilik, amatörlük öyle olmaz, böyle olur deyin.
- Ha bunu da mı
beceremiyorsunuz? O zaman (a) yapabiliyorsanız başınızı sallayıp maaşınızı alın,
şirketin gidişatı vız gelip tırıs gitsin, batarsa batsın, yapar gibi yapın
emekliliğinizi bekleyin; (b) ya da (ismi lazım değil gibi) enayinin biriyseniz,
maaşımı hak edeceğim, aldığımdan çok vereceğim diye namusluluğu ve dürüstlüğü
marifet saymaya devam edin. Sürünün...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder