Hürriyet İK’nın bugünkü manşeti, Zeynep Mengi’nin haberi, ‘işimizi
sevmiyoruz’ diyor.
Çalışanların pek çoğu
mesleğini, yaptığı işi, çalışma ortamını, iş arkadaşlarını, yöneticilerini ve
patronunu sevmediği için mutsuz.
İnsanları mutsuzluğa iten alt
ama temel sebeplerden biri meslek seçimi. Daha doğrusu yanlış meslek seçimi.
Çok söyledim, sıkmayayım:
Ana babaların iyi niyetli
ama zararlı telkinleri; çevrenin ve genel havanın yanlış yönlendirmesi;
çocukların kişiliklerinin doğru tercihler yapmalarına el verecek kadar
gelişmemiş olması; dünyanın en kötü eğitim ve sınav sistemlerinden birinde
ısrar eden bir ülkede yaşıyor olmamız ve sair etkenlerle, gençler istemedikleri
bölümlerde okuyor, mutlu ve başarılı olamayacakları (hatta ihtiyaç olmadığı için
iş dahi bulamayacakları) meslekler seçiyorlar.
Hayat, tesadüfler ve alınan
küçük büyük kararların sonuçlarından ibaret ise, tesadüflere gücümüz
yetmeyeceğine göre, karar almayı ve doğru tercihler yapmayı (yani aklımızı
kullanmayı) öğrenmeli ve çocuklarımıza öğretmeliyiz.
*
Sosyal medya adı verilen
fenomeni ‘teşhircilerle röntgencilerin buluşması’ olarak tarif etmeme kızanlar
oldu.
Yeni bir teknoloji olsun
(cep telefonu mesela), herhangi bir moda olsun (piercing, dövme), yeni bir
alışkanlık olsun (fast-food), bir yeniliğin toplumsal fenomen haline dönüşebilmesi
için, insanların bir ‘temel ihtiyacına’ dokunması şart.
Ve bu ihtiyaç ne kadar ‘derin-doğal-ilkel’
ise, yeniliğin ilgi görmesi olasılığı o kadar kuvvetli.
İnsanların derinindeki,
abartılı söylüyorum elbette ama, ‘teşhirci ve röntgenci’ olmasa, ne Facebook
tutardı ne Twitter… (Gelin-kaynana ve evlilik programlarını saymıyorum bile.)
İnsanevladı dedikodu
yapmaya, başkalarının özelini öğrenmeye ve konuşmaya bayılır. Keza, korka korka
da olsa, kendi özelini de ona buna anlatmaktan nedense zevk alır.
(Tabii bu, kimilerinin kimi konuları ‘kedi pisliğini örter gibi’
örtmesine mani değildir. Bu iki zıt tavır bal gibi birlikte görülebilir.)
Özellerini paylaşmaya
şartlanmış, hatta bağımlı hale gelmiş sosyal medya kullanıcıları da bir yandan
da bu bilgilerin istenmeyen ellere geçmesinden endişe ediyorlar.
Düzgün ve bilinçli
kullananlar var elbet ama onların da ‘niye?’ sorusuna ‘hoşuma gidiyor’ yahut ‘niye
olmasın’ dışında verebileceği bir cevap olduğunu sanmıyorum.
*
Kişisel ve özel bilgilerini
paylaşmak deyince aklıma geldi...
Pittsburg’daki Carnegie
Mellon Üniversitesi’nden ekonomist Alessandro Acquisti’nin öğrencileri büyük
bir AVM’yi gezen tüketicilere 10 $’lık indirim kuponu dağıtmışlar. Ve
önermişler: “2 $’lık indirim kuponu daha verelim, ama siz yaptığınız alışveriş
bilgilerini bizimle paylaşın.” Deneklerin % 50’si alışveriş sepetlerinde ne
olduğunu söylememek için 2 $’lık ek indirime hayır demişler.
Bu sırada bir başka grup
öğrenci, farklı tüketicilere aynı öneriyi şu şekilde sunmuş: “Alışveriş
sepetinizde ne olduğunu bize göstermeniz karşılığında buyrun size 12 $’lık
indirim kuponu. Sepetimi size göstermem diyorsanız, size 12 $ yerine 10 $’lık
kupon verebiliriz.” Tüketicilerin % 90’ı 2 $’dan olmamak için bilgileri vermeyi
tercih etmiş.
Yani öneriyi farklı biçimde,
karşısındakinin ‘yutacağı şekilde’ sunmak ve insanların ilkel güdülerini
harekete geçirmek yeterli. (Burada insanlar, fazladan 2 $’dan feragat
edebiliyorlar ama ‘ellerindeki’ 2 $’dan vez geçemiyorlar.)
Acquisti’nin bu ve benzeri
çalışmaları ‘mahremiyetimizi konuma konusunda çıkarlarımızı gözetecek şekilde
mantıklı davranmaktan uzak’ olduğumuzu gösteriyor. İnsanlar en titiz
davrandıkları (davrandıklarını sandıkları) konularda bile yanlış tercih
yapıyor, yanlış karar veriyor ve kolaylıkla manipüle ediliyorlar.
(Ortaya karışık diyecektim ama birbiriyle iyi kötü alakalı
konular olduğu için potpuri dedim. Gençler bilmez, potpuri, farklı bestecilere
ait uç uca eklenmiş hafif müzik parçaları demektir. Fransızca’da düzensiz
şekilde, peşpeşe eklenmiş metinler hatta ‘tuhaf karışım’ anlamına da
kullanılır.)
Hürriyet-İK, 14.04.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder