Türkiye’nin
elhamdülillah iç ve dış siyasetinde ortaya dökülecek pisliği olmadığı için;
Türk
iş dünyasının kamuoyundan saklayacağı bir sırrı, çalışanlarından utanacağı bir
ayıbı olmadığı için;
yöneticilerimizin
yalanla, dolanla, bilgiyi saklayarak iktidar elde etme zavallılığıyla, onun
bunun arkasından iş çevirmekle, fitneyle filan işi olmadığı için,
aslında
bizi ilgilendirmez ama, benim de burada bir konu bulup yazmam lazım her hafta,
ne yaparsınız!
*
Marianne’da yayımlanan röportajında,
Umberto Eco “Wikileaks’tarihte bir dönüm noktasıdir” diyordu; “Herşey duyulduğuna, bilindiğine göre artık
yalan söylemenin bir anlamı kalmadı. Bu, artık yalan söylemenin mümkün olmadığı
anlamına gelmiyor; ama bir şeyleri gizlemek artık mümkün değil.” (*)
Şirket
yöneticisi ve öğretim görevlisi Jean-Louis
Muller ise internet blogunda “Siyasî
gündem çok iyi korunduğu sanılan, ama ortaya dökülen sırlarla dolu.” diyor.
“Bir karar alıyorsunuz, anında basında,
sosyal medyada söylentisi yayılıyor. Bir varsayımdan ibaret alelade belgeler,
sağlam ve güvenilir kaynak gibi ortalıkta geziyor. Her yerde sızıntı var bugün.”
Muller’e
göre şirket yönetiminde de durum farklı değil.
Zaten
makalesinin başlığı da ‘Artık gizli saklı
şirket yönetmek mümkün değil’.
Pek
çok yöneticinin fazla şeffaflıktan yakındığını söyleyen Müller, “Oysa artık bu bir vakıadır (olgu); bunu
değiştiremeyeceğimizi kabul edelim ve kendimizi korumak için önlemlerimizi alalım”
diye öneriyor.
Bu
noktaya gelinme sebebini ise, şu gelişmelere dayandırıyor:
1-Patronlar
ve yöneticiler bugün sadece şirkete kazandıracakları ve kazanacakları paraya
odaklı. Mal ve hizmet üretimi, müşteriler ve çalışanlar bir araçtan ibaret gibi
görülüyor. Böyle olunca da şirket kültürü ve ve aidiyet duygusu azalıyor;
işveren-çalışan ilişkisi profesyonel iş akdine indirgeniyor.
2-Eskiden
yeni girdiğiniz bir şirket size ‘başarılı olursan şirketimizde çok yükselirsin’
diye vaat ederdi. Bugün, bir şirkette kariyer yapmak konsepti yerini şahsî
meslekî rotaya bıraktı. Bağlılık ve aidiyet hissi yerini kişisel hedef ve
projelere bıraktı. Herkes meslek hayatını şahsen ‘yönetmek’ istiyor.
3-Bugün
geçerli olan liberal kapitalizm anlayışında; eskiden sosyal devletlerin, karma
ekonomilerin vatandaşlara bedava veya düşük fiyatlarla sunduğu hizmetler bile
özelleştirilmeye, paraya çevrilmeye çalışılıyor. Şirketlerde de böyle. Yapılan bir yardım,
verilen bir bilgi, tutturulan bir hedef, iyi bir satış... her şeyi paraya,
prime, maaş zammına çevirebilirsiniz. Gizli bilgi de çok değerli bir metadır.
4-Eskiden
‘şerefimiz ve sözümüz için’ yaşardık. Ahlâk ve meslekî etik bizi açgözlülükten
ve kötü eğilimlerden korurdu. ‘Hep bana hep bana’ felsefesi ve köşe dönücülük
yayıldı; güven, dayanışma, sözüne sadakat göz ardı edilir, hatta ‘aptallık’
gibi algılanır oldu. En doğal şey olan şeffaflık bir erdem haline geldi.
5-Şirketler
değişen çevreye ayak uydurmak için ekonomik istihbarat yapmak zorunda. Sürekli,
rakipleri, yeni teknolojileri, siyasal ve sosyal verileri izliyorlar.
6-Yeni
teknolojiler insanlık kadar eski olan casusluk faaliyetlerini kolaylaştırıyor.
7-Sosyal
medya ve peşine takılan medya, gizli kalması istenen herşeyin ortaya
dökülmesini kolaylaştırıyor.
*
Kendisine
‘artık hiçbir şey gizli kalmıyor’ ve ‘artık gizleyerek saklıyarak şirket yönetilemez’
dedirten bu tespitlerden sonra, Muller şöyle diyor:
“Her şeye rağmen kanunlar bizi koruyor. (Not: Adam Fransız ne de olsa, Türk değil.
Onun için kanunlara ve adalete güveniyor.) Ve yöneticilerin büyük çoğunluğu dürüst insanlar. Safdillikle paranoya
arasında bir orta nokta bulmak lazım. Peki bir yönetici bu durum karşısında ne
yapabilir?”
Mesela
şunları yapabilir, diyor:
-
Doğruları söylemek; sorunlar, değişimler ve olası senaryolar konusunda dürüst
ve şeffaf olmak.
-
Bütün doğruları değil ama sadece doğruları söylemek.
-
Hangi bilginin kiminle paylaşılacağını iyi bilmek... vs
*
Madem
ki gene günü alıntılarla kurtardık, yazıyı Umberto Eco’nun aynı röportajdan bir
cümlesiyle bitirelim:
“Aslında antropolojik bir değişimle karşı
karşıyayız. Tamamen şeffaf, insanların hiç yalan söyleyemediği bir toplum hayal
edin. Öyle bir toplum ki, mesela beni yemeğe davet ettiğinizde şöyle bir cevapla
karşılaşabilirsiniz: ‘Gelmem çünkü karınız berbat yemek yapıyor’. Çünkü yalan yok. Düşünsenize, böyle bir
toplum tam bir kâbus olurdu. Yani teoride ideal gibi görünen; böyle, herkesin
sadece doğru söylediği bir toplum aslında bir cehennem olurdu.”
Hasılı,
Cennet’te yaşıyoruz da haberimiz yok...
(*) Marianne
no.884 28 Mart-3 Nisan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder