7 Haziran 2013 Cuma

Hepimiz manyak mıyız?

(Ortalık karışık, onun için biz de bu hafta bir ‘ortaya karışık’ yapalım; konusu her zamanki gibi ‘insan’ olan bir potpuri...)
Ekim 2010’da, burada, R.B.Robbins’in Politik Paranoya adlı kitabından alıntı yaparak, ljedonosniçesvo’dan söz etmiştim. Rusça’da ‘sürekli şikayetçi olma durumu’ anlamına gelen bir kelime imiş. Zamanın Sovyet iktidarı rejim muhaliflerini ‘yavaş ilerleyen şizofreninin bir türü’ olduğu iddia edilen ljedonosniçesvoteşhisi’ ile akıl hastanesine kapatıyormuş.
Burası İK - her yer İK’ olduğu için konuyu şirketlerdeki müştekilere (şikayet edenlere) getirmiş; kendilerince çok haklı sebeplerle tepki gösteren bu insanları tımarhaneye kapatamayacağımıza göre kazanmamız gerektiğini söylemiş, bunun için de ‘şikayet edenleri biraz gaza getirmek hemen de daima kâfidir’ demiştim.
İktidarın yani Başbakanın benim lafımla hareket edeceğini düşünecek kadar egosu şişik değilim elbet ama ‘şikayet edenleri gaza getirmek’ derken, maksadım bu değildi. Çevreye verdiğim zarar için özür dilerim!
*
Psikolojiden söz açılmışken...
Amerikan Psikiyatri Derneği’nin yayımladığı DSM’nin (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı) 5. baskısı psikiyatlar arasında tartışmalara sebep oldu. Bu kitap çok önemli, çünkü dünyanın belli başlı ülkelerinde genç doktorların eğitiminde, ilaç araştırmalarında ve ilaç kullanımında temel referans olarak kabul ediliyor(-muş).
İtiraz sebebi: Psikolojik bozukluk tanımının fazla genişletilmesi. Mesela ‘sağlığına zarar verecek kadar yemek’ şeklinde anladığım ‘binge eating’ DSM-5’e göre artık bir ‘mental disorder’ imiş.
Böyle giderse hepimiz manyak sayılacağız” diyorlar.
Psikiyatr Prof. Allen Frances itiraz ediyor: “Hastalarımız daha iyisine layık. Toplum daha iyisine layık. Akıl sağlığı uzmanları daha iyisine layık. Mental bozukluğu olan insanları tedavi etmek faydalı ve şerefli bir meslektir. Ancak (biz psikiyatrlar) sınırlarımızı bilmeli ve aşmamalıyız.
Mesleğiyle övünmek güzel şey.
Haddini ve sınırını bilmek herkese lazım. 
*
Meslekten söz açılmışken...
Didier Decoin’in La Pendue de Londres (Londra’nın idamlığı, desek?) diye bir kitabı çıktı. İngiltere’de idam edilen son kadın mahkum Ruth Ellis ile ipini çeken cellat Albert Pierrepoint’un kesişen hayatlarını anlatıyor.
The Last Hangman filmine de konu olan Pierrepoint, aralarında insanlık suçlusu nazilerin de bulunduğu 435 kişiyi asan İngiltere’nin en ünlü cellatlarından biri. İddiaya göre, bir toptancıda çalışan Pierrepoint, ‘iş çıktıkça, parça başı’ icra ettiği cellatlık mesleğini yıllarca karısından saklamış.
Haliyle. İnsanın çoluğuna çocuğuna ‘Pirzolanızı yiyin. Bunu satın alabilmek için ben kaç mahkum astım biliyor musunuz!’ demesi kolay değil. ‘Kocanız ne iş yapıyor?’ diye soran konu komşuya ‘Kendisi cellattır efendim’ demek kolay değil.
Herhalde her dilde ‘mesleğin iyisi kötüsü olmaz’ mealinde bir atasözü vardır. Bu atasözünden maksat kimi meslek erbabını ‘yaptığınız meslekten utanmanıza gerek yok’ diye teselli etmektir.
İnsanoğlunun zaafları meyanında ‘mesleğiyle övünmek ihtiyacı’ da var. Mesela benim mesleğim, gazetecilik, son yıllarda, özellikle de son günlerde öyle övünülecek mesleklerden değil.
Gündemde olsa da, politikacılık bir meslek değil. Onun için, çocukları övünür mü, yerinir mi diye sormuyorum.
*
Politikacıdan söz açılmışken...
Biz burada politika konuşmuyoruz biliyorsunuz.
Hani kendine meslek olarak cellatlığı, yahut kariyer olarak politikacılığı seçmek isteyen gençler çıkabilir diye bunları yazıyorum. Burası İK ya...
Osman Bölükbaşı şimdikiler gibi değildi, çok renkli ve eğlenceli bir polikitacıydı. Bir ‘sanatçı’ idi. ‘Zengini hayırsız evlat, memuru süslü avrat, politikacıyı da kuru inat batırır’ lafını ilk kez onun ağzından duymuştum.
Kuru inat tamam, politikacı (yönetici) için bir felakettir. Ama asıl tehlike, politikacının (yöneticinin), sokaktaki adamın (çalışanının) ve daha da vahimi sağduyunun sesine kulağını tıkayıp ‘gaipten sesler’ duymaya başlamasıdır. Hele hele kendi sesini tanrının sesi sanmaya başlamışsa...
Bildiğim bildik, dediğim dedik, öttürdüğüm düdük diyen ve sadece kendi sesinden tahrik olan politikacılarımız (yöneticilerimiz) olmadığı için çok şanslıyız.

Hürriyet-İK, 09.06.2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder