(Ortalık karışık, onun için biz de bu hafta bir ‘ortaya karışık’ yapalım;
konusu her zamanki gibi ‘insan’ olan bir potpuri...)
Ekim 2010’da, burada, R.B.Robbins’in Politik
Paranoya adlı kitabından alıntı yaparak, ljedonosniçesvo’dan söz
etmiştim. Rusça’da ‘sürekli şikayetçi olma durumu’ anlamına gelen bir
kelime imiş. Zamanın Sovyet iktidarı rejim muhaliflerini ‘yavaş ilerleyen
şizofreninin bir türü’ olduğu iddia edilen ljedonosniçesvo ‘teşhisi’
ile akıl hastanesine kapatıyormuş.
‘Burası İK - her yer İK’ olduğu için
konuyu şirketlerdeki müştekilere (şikayet edenlere) getirmiş; kendilerince çok
haklı sebeplerle tepki gösteren bu insanları tımarhaneye kapatamayacağımıza
göre kazanmamız gerektiğini söylemiş, bunun için de ‘şikayet edenleri biraz
gaza getirmek hemen de daima kâfidir’ demiştim.
İktidarın yani Başbakanın benim lafımla
hareket edeceğini düşünecek kadar egosu şişik değilim elbet ama ‘şikayet
edenleri gaza getirmek’ derken, maksadım bu değildi. Çevreye verdiğim zarar
için özür dilerim!
*
Psikolojiden söz açılmışken...
Amerikan Psikiyatri Derneği’nin yayımladığı
DSM’nin (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı) 5. baskısı
psikiyatlar arasında tartışmalara sebep oldu. Bu kitap çok önemli, çünkü
dünyanın belli başlı ülkelerinde genç doktorların eğitiminde, ilaç
araştırmalarında ve ilaç kullanımında temel referans olarak kabul
ediliyor(-muş).
İtiraz sebebi: Psikolojik bozukluk tanımının
fazla genişletilmesi. Mesela ‘sağlığına zarar verecek kadar yemek’
şeklinde anladığım ‘binge eating’ DSM-5’e göre artık bir ‘mental
disorder’ imiş.
“Böyle giderse hepimiz manyak sayılacağız”
diyorlar.
Psikiyatr Prof. Allen Frances itiraz
ediyor: “Hastalarımız daha iyisine layık. Toplum daha iyisine layık. Akıl
sağlığı uzmanları daha iyisine layık. Mental bozukluğu olan insanları tedavi
etmek faydalı ve şerefli bir meslektir. Ancak (biz psikiyatrlar)
sınırlarımızı bilmeli ve aşmamalıyız.”
Mesleğiyle övünmek güzel şey.
Haddini ve sınırını bilmek herkese lazım.
*
Meslekten söz açılmışken...
Didier Decoin’in La Pendue de
Londres (Londra’nın idamlığı, desek?) diye bir kitabı çıktı.
İngiltere’de idam edilen son kadın mahkum Ruth Ellis ile ipini çeken
cellat Albert Pierrepoint’un kesişen hayatlarını anlatıyor.
The Last Hangman filmine de konu olan
Pierrepoint, aralarında insanlık suçlusu nazilerin de bulunduğu 435 kişiyi asan
İngiltere’nin en ünlü cellatlarından biri. İddiaya göre, bir toptancıda çalışan
Pierrepoint, ‘iş çıktıkça, parça başı’ icra ettiği cellatlık mesleğini
yıllarca karısından saklamış.
Haliyle. İnsanın çoluğuna çocuğuna ‘Pirzolanızı
yiyin. Bunu satın alabilmek için ben kaç mahkum astım biliyor musunuz!’
demesi kolay değil. ‘Kocanız ne iş yapıyor?’ diye soran konu komşuya ‘Kendisi
cellattır efendim’ demek kolay değil.
Herhalde her dilde ‘mesleğin iyisi kötüsü
olmaz’ mealinde bir atasözü vardır. Bu atasözünden maksat kimi meslek
erbabını ‘yaptığınız meslekten utanmanıza gerek yok’ diye teselli
etmektir.
İnsanoğlunun zaafları meyanında ‘mesleğiyle
övünmek ihtiyacı’ da var. Mesela benim mesleğim, gazetecilik, son yıllarda,
özellikle de son günlerde öyle övünülecek mesleklerden değil.
Gündemde olsa da, politikacılık bir meslek
değil. Onun için, çocukları övünür mü, yerinir mi diye sormuyorum.
*
Politikacıdan söz açılmışken...
Biz burada politika konuşmuyoruz biliyorsunuz.
Hani kendine meslek olarak cellatlığı, yahut
kariyer olarak politikacılığı seçmek isteyen gençler çıkabilir diye bunları
yazıyorum. Burası İK ya...
Osman Bölükbaşı şimdikiler gibi değildi,
çok renkli ve eğlenceli bir polikitacıydı. Bir ‘sanatçı’ idi. ‘Zengini
hayırsız evlat, memuru süslü avrat, politikacıyı da kuru inat batırır’
lafını ilk kez onun ağzından duymuştum.
Kuru inat tamam, politikacı (yönetici) için
bir felakettir. Ama asıl tehlike, politikacının (yöneticinin), sokaktaki adamın
(çalışanının) ve daha da vahimi sağduyunun sesine kulağını tıkayıp ‘gaipten
sesler’ duymaya başlamasıdır. Hele hele kendi sesini tanrının sesi sanmaya
başlamışsa...
Bildiğim bildik, dediğim dedik, öttürdüğüm
düdük diyen ve sadece kendi sesinden tahrik olan politikacılarımız
(yöneticilerimiz) olmadığı için çok şanslıyız.
Hürriyet-İK, 09.06.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder