9 Ağustos 2013 Cuma

Bayramlık bir ayı yazısı



İnsan insan olarak doğmaz, insan haline gelir.

Erasmus




Yaşadığımız dünyayı ve bu dünyayı paylaştığımız insanları tanımak için çok okumak lazım.

Göçebe atalarımız, okumakla yazmakla işleri olmadığından belki de, ‘çok okuyan değil çok gezen bilir’ demişler.

Gezerek öğrenmek tamam; ama bir defa nerede gezdiğine bakar.

Daha da önemlisi, gezerken nereye baktığına + ne gözle baktığına + baktığını görüp görmediğine bakar. 

Hayır! Çok okuyan çok gezenden çok bilir.

Çünkü sadece kendi gözlem ve bilgisiyle yetinmez, başkalarının – çok daha yetkin insanların – yüzlerce yıllık tercübelerinden, bilgi birikimlerinden ve akıllarının filtresinden de faydalanır.

Ama bu da demek değil ki, çok okuyan çok bilir.

Mesela, ben çok okuyorum, ama hâlâ bir halt bildiğim yok.

Gerçi, çok okuyorsun da ne okuyorsun ? diye sorarsanız...

*

Efendim üzerinize afiyet, bu bayramda okuduğum kitabın adı Ayı - Devrik bir kralın hikayesi.

Avrupa’da 5 ila 15.yüzyıllar arasında Hıristiyanlık (genellikle zorla) yayılırken, Kilise karşısında çok güçlü bir rakip bulmuş: Ayı!

Avrupa’da yakın bir tarihe kadar hayvanlar kralı aslan değil, ayı imiş. Neolitik çağda insanlar “aynı yaşam alanlarını, aynı avları, aynı korkuları ve aynı mağaraları paylaştıkları” ayıya saygı ve hayranlık duyarmış. Ayının insanın akrabası hatta atası olduğuna inanılırmış. (Ben hâlâ etrafa bakınca böyle düşünüyorum ama konumuz bu değil.)
Tarihçiler, bu çağlarda bir çok ülkede ‘ayı kültü’ olduğunu, kimi İskandinav ve Cermen topluluklarının ayı-tanrıya taptıklarını söylüyorlar.

Kilise, pagan inançlarını silip yerine kendi dogma ve ritüellerini yerleştirebilmek için ayıyı ortadan kaldırmaya çalışmış. Hem bedenen (Kutsal Roma Cermen Kralı Şarlman’ın emriyle on binlerce ayı katledilmiş) hem de inanç olarak.

Yazar, Papanın ve misyoner papazların ayıyı inançlarına en büyük rakip olarak gördüklerini; ayının insanın akrabası hatta atası olduğu inancının Kutsal Kitaplar’a ters düştüğünü (tanrı insanı kendi suretinden yaratmıştır, insan canlıların en üstünüdür vesaire); hele hele, cinsel açıdan çok güçlü ve azgın bilinen ayının kadınları ve genç kızları kaçırıp ilişkiye girdiği, bu ‘tabiata aykırı’ ilişkiden ‘yenilmez’ yarı-hayvan-yarı-insanlar doğduğu, bunların (Norveç ve Danimarka krallıkları gibi) hanedanlar kurduğu gibi inançlara din adamlarının deli olduğunu anlatıyor.

Papazlar, hayvanlar kralı ayıyı tahtından indirmek, gözden düşürmek için bin yıl süren bir kampanya ve muhteşem bir propaganda çalışması yapmışlar: Mesela ayının kış uykusuna yatmasına ve uyanmasına denk gelen pagan bayramlarının yerine en önemli Hıristiyan bayramlarını denk getirmişler. Ayının ‘hantal, beceriksiz, aptal’ rolünü üstlendiği (ve tilkinin oyunlarına geldiği) masallar, sözlü destanlar yaratmışlar. (Çocuklar hatırlar, bugün de Disney’in Robin Hood çizgi filmlerinde Robin bir tilki, kötü şerif bir ayıdır.) Ayının şeytanın uşağı olduğu inancını yaymışlar. Avrupa’da o tarihte aslan kalmamasına rağmen, aslanı ‘hayvanlar kralı’ ilan etmişler. Baronların, kralların arma ve sancaklarındaki ayıyı kaldırtıp yerine aslanı koydurmuşlar. Hatta, Kilise, panayırlarla ayı oynatılmasına göz yummuş; burnuna halka takılan, zincire vurulan ayı, hantal vücuduyla dans eder, ‘hamamda bayılan kocakarı’ taklidi yaparken komik duruma düşsün, insanlar kahkahalar atarak talihsiz hayvanı tekmelerken korkularını atsın diye.

*

Özetle yazar dünün güçlü, muktedir, hanedanlar yaratan, aleme korku salan ‘hayvanlar kralı’nın bir başka iktidarın işine gelmediği için, nasıl sistemli bir çalışmayla tahtından indirildiğini, yerine aslanın oturtulduğunu, ama asıl maksadın Kilise’nin ve Kilise’nin tanrısının iktidarını kurmak olduğunu anlatıyor.

Gerçi 20.yy’da ayı - sembolik de olsa - küçücük bir rövanş almış insan evladından.
ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in av sahnesinden doğan Teddy-Bear yani pelüş ayı’nın hikayesini bilirsiniz, tekrar anlatmayayım.

Geçen yüzyılda ayı bir kez daha çocukların ilk arkadaşı, koruyucu meleği, ilk tanrısı haline gelmiş tekrar.

1969’da, Neil Armstrong ve arkadaşları Apollo 11’de yanlarında bir de pelüş ayı götürmüşler.
Ama insan evladının ve ‘tanrıların’ ayıya olan kini sönmemiş olmalı ki, aynı kararlılık ve inatla, kutaplardan başlayarak soyunu tüketmeye çalışıyoruz.


*

Eveeet, bu ekolo-romantik finalden sonra diyeceksiniz ki bana:

Bayramda böyle abidik gubidik yazıyorsun anladık da, bu ne yahu, niye konusu ‘ayı’ olan bir kitap?

Ama ben size baştan “bu dünyayı paylaştığımız insanları tanımak için çok okumak gerek” demedim mi?


Hürriyet-İK, 11.08.2013




1 yorum:

  1. Şimdi anladım İskandinav dillerindeki Björn ve Almancadaki Ursula adlarının neden o kadar yaygın olduğunu. Merak ettim kitabı, keşke Fransızcam olsaydı da okusaydım.

    YanıtlaSil