İnsan insan olarak doğmaz, insan haline gelir.
Erasmus
Yaşadığımız dünyayı
ve bu dünyayı paylaştığımız insanları tanımak için çok okumak lazım.
Göçebe atalarımız,
okumakla yazmakla işleri olmadığından belki de, ‘çok okuyan değil çok gezen bilir’ demişler.
Gezerek öğrenmek
tamam; ama bir defa nerede gezdiğine bakar.
Daha da önemlisi,
gezerken nereye baktığına + ne gözle baktığına + baktığını görüp görmediğine
bakar.
Hayır! Çok okuyan
çok gezenden çok bilir.
Çünkü sadece kendi
gözlem ve bilgisiyle yetinmez, başkalarının – çok daha yetkin insanların –
yüzlerce yıllık tercübelerinden, bilgi birikimlerinden ve akıllarının
filtresinden de faydalanır.
Ama bu da demek
değil ki, çok okuyan çok bilir.
Mesela, ben çok
okuyorum, ama hâlâ bir halt bildiğim yok.
Gerçi, çok okuyorsun
da ne okuyorsun ? diye sorarsanız...
*
Efendim üzerinize
afiyet, bu bayramda okuduğum kitabın adı Ayı
- Devrik bir kralın hikayesi.
Avrupa’da 5 ila
15.yüzyıllar arasında Hıristiyanlık (genellikle zorla) yayılırken, Kilise
karşısında çok güçlü bir rakip bulmuş: Ayı!
Avrupa’da yakın bir
tarihe kadar hayvanlar kralı aslan değil, ayı imiş. Neolitik çağda insanlar “aynı yaşam alanlarını, aynı avları, aynı
korkuları ve aynı mağaraları paylaştıkları” ayıya saygı ve hayranlık
duyarmış. Ayının insanın akrabası hatta atası olduğuna inanılırmış. (Ben hâlâ etrafa bakınca böyle düşünüyorum
ama konumuz bu değil.)
Tarihçiler, bu
çağlarda bir çok ülkede ‘ayı kültü’
olduğunu, kimi İskandinav ve Cermen topluluklarının ayı-tanrıya taptıklarını
söylüyorlar.
Kilise, pagan
inançlarını silip yerine kendi dogma ve ritüellerini yerleştirebilmek için
ayıyı ortadan kaldırmaya çalışmış. Hem bedenen (Kutsal Roma Cermen Kralı
Şarlman’ın emriyle on binlerce ayı katledilmiş) hem de inanç olarak.
Yazar, Papanın ve
misyoner papazların ayıyı inançlarına en büyük rakip olarak gördüklerini;
ayının insanın akrabası hatta atası olduğu inancının Kutsal Kitaplar’a ters
düştüğünü (tanrı insanı kendi suretinden yaratmıştır, insan canlıların en
üstünüdür vesaire); hele hele, cinsel açıdan çok güçlü ve azgın bilinen ayının
kadınları ve genç kızları kaçırıp ilişkiye girdiği, bu ‘tabiata aykırı’ ilişkiden ‘yenilmez’ yarı-hayvan-yarı-insanlar
doğduğu, bunların (Norveç ve Danimarka krallıkları gibi) hanedanlar kurduğu
gibi inançlara din adamlarının deli olduğunu anlatıyor.
Papazlar, hayvanlar
kralı ayıyı tahtından indirmek, gözden düşürmek için bin yıl süren bir kampanya
ve muhteşem bir propaganda çalışması yapmışlar: Mesela ayının kış uykusuna
yatmasına ve uyanmasına denk gelen pagan bayramlarının yerine en önemli
Hıristiyan bayramlarını denk getirmişler. Ayının ‘hantal, beceriksiz, aptal’ rolünü üstlendiği (ve tilkinin
oyunlarına geldiği) masallar, sözlü destanlar yaratmışlar. (Çocuklar hatırlar,
bugün de Disney’in Robin Hood çizgi
filmlerinde Robin bir tilki, kötü şerif bir ayıdır.) Ayının şeytanın uşağı
olduğu inancını yaymışlar. Avrupa’da o tarihte aslan kalmamasına rağmen, aslanı
‘hayvanlar kralı’ ilan etmişler.
Baronların, kralların arma ve sancaklarındaki ayıyı kaldırtıp yerine aslanı
koydurmuşlar. Hatta, Kilise, panayırlarla ayı oynatılmasına göz yummuş; burnuna
halka takılan, zincire vurulan ayı, hantal vücuduyla dans eder, ‘hamamda
bayılan kocakarı’ taklidi yaparken komik duruma düşsün, insanlar kahkahalar
atarak talihsiz hayvanı tekmelerken korkularını atsın diye.
*
Özetle yazar dünün
güçlü, muktedir, hanedanlar yaratan, aleme korku salan ‘hayvanlar kralı’nın bir
başka iktidarın işine gelmediği için, nasıl sistemli bir çalışmayla tahtından
indirildiğini, yerine aslanın oturtulduğunu, ama asıl maksadın Kilise’nin ve
Kilise’nin tanrısının iktidarını kurmak olduğunu anlatıyor.
Gerçi 20.yy’da ayı -
sembolik de olsa - küçücük bir rövanş almış insan evladından.
ABD Başkanı Theodore
Roosevelt’in av sahnesinden doğan Teddy-Bear yani pelüş ayı’nın hikayesini
bilirsiniz, tekrar anlatmayayım.
Geçen yüzyılda ayı
bir kez daha çocukların ilk arkadaşı, koruyucu meleği, ilk tanrısı haline
gelmiş tekrar.
1969’da, Neil
Armstrong ve arkadaşları Apollo 11’de yanlarında bir de pelüş ayı götürmüşler.
Ama insan evladının
ve ‘tanrıların’ ayıya olan kini sönmemiş olmalı ki, aynı kararlılık ve inatla,
kutaplardan başlayarak soyunu tüketmeye çalışıyoruz.
*
Eveeet, bu
ekolo-romantik finalden sonra diyeceksiniz ki bana:
“Bayramda böyle abidik gubidik yazıyorsun
anladık da, bu ne yahu, niye konusu ‘ayı’ olan bir kitap?”
Ama ben size baştan “bu dünyayı paylaştığımız insanları tanımak için çok okumak gerek” demedim mi?
Ama ben size baştan “bu dünyayı paylaştığımız insanları tanımak için çok okumak gerek” demedim mi?
Hürriyet-İK, 11.08.2013
Şimdi anladım İskandinav dillerindeki Björn ve Almancadaki Ursula adlarının neden o kadar yaygın olduğunu. Merak ettim kitabı, keşke Fransızcam olsaydı da okusaydım.
YanıtlaSil