31 Mayıs 2015 Pazar

O koyun o gülü yedi mi yemedi mi?


Bir İK zirvesine konuşmacı olarak davet edildim. (1) Ana tema ‘zorlu yollardan yıldızlara ulaşmak’tı. Nedense aklıma Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’i geldi. (2)


Küçük Prens
145 milyondan fazla satmış bir kült eserdir. Bence bir çocuk masalı değil, büyüklere masaldır, çocukça bir masal.
Madem ki Küçük Prens bir alegorik kitaptır, herkes farklı gözlüklerle okuyup, farklı anlamlar çıkarabilir, öyle iddia edilir, o halde kitabı bir de ‘insan kaynakları gözüyle’ okumaya çalışalım, dedim, çalışma hayatıyla, insan kaynakları yönetimiyle, genelde insan ilişkileriyle ilgili bir şey çıkar mı, bakalım…
*
Tabii konuşma daha uzundu ama burada kitabı bir iki cümleyle özetleyeyim, sonra İK ile ilgili çıkarımlar yapmaya çalışacağım.

Yazar bir pilottur. Uçağı arızalanınca mecburî çöle inmiştir. Yanında tuhaf giyimli bir küçük çocuk belirir. Çocuk pilottan kendisine ‘bir koyun çizmesini’ ister. Ancak endişelidir, koyun çok ot yer mi (çünkü benim yaşadığım yer çok küçük), dikenine rağmen benim gülümü yer mi? diye sorar. Sonra, farklı bir dünyadan geldiğini, burada büyüyüp gezegeni ele geçirmemesi için baobop ağaçlarının fidelerini söktüğünü anlatır. Kendini beğenmiş bir gülü vardır ama onu çok sevmektedir, bıraktığı için pişmandır. Dünyaya kadar yaptığı yolculukta, farklı gezegenlerde karşılaştığı tuhaf insanları anlatır. Gezegenine, gülüne geri dönmek istemektedir. Ama bedenini geri götüremeyeceğini düşünür. Bu yüzden kendini bir yılana sokturarak bedenen ölmeye karar verir. Kitabın son bölümünde bu olayın üzerinden 6 yıl geçmiştir, yazar, uçağı tamir edip evine dönmüştür. Ama Küçük Prens’i unutamaz. Her gece gökyüzüne bakar, küçük dostunun ona hangi yıldızdan gülümsediğini bilmediği için, Küçük Prens’in söylediği gibi, bütün yıldızlar ona gülümser. Ve her gece kendi kendine aynı soruyu sorar: “Evrenin bilmediğimiz bir köşesinde, hiç görmediğimiz bir koyun, bir gülü yedi mi, yemedi mi?” Siz de aynı şeyi yapın, der okurlarına, “Hiçbir büyük insan bunun ne kadar önemli olduğunu asla anlayamaz…
Küçük Prens ve onun anlattıklarından hareketle pilot, insanların davranışları ve insan ilişkileri hakkında felsefî yorumlar yaparlar. Bu hikayeyi ve bu yorumları insan kaynaklarına uygularsanız aşağı yukarı şunlar söylenebilir:

* Büyükler sizi asla zevk alarak, severek yapacağınız işlere yönlendirmezler. Sizi, kendi kafalarındaki kalıba sokmaya çalışırlar. Oysa siz, severek çalıştığınızda çok daha yaratıcı ve verimli olursunuz.
* Hepimiz aslında küçücük dünyamızda tek başımayızdır, bir koyuna yani bir dosta ihtiyacımız vardır. Ancak ‘her koyunun kendi bacağından asıldığı’ bir toplumda, gerçek dostluklar azdır. Hele hele çalışanların birbiriyle rekabete zorlandığı, liyakate değil, sadakate önem verilen alaturka şirketlerde…

* Hepimizin kafasında kalıplar vardır: ‘Uslu durursan’ lafı bir kalıptır mesela. Çocuklar, bir şeyleri hak etmek için ‘uslu durmalı’dırlar. Ki büyüyünce de, bazı şeylere hak kazanmak için uslu durmak gerektiğini unutmasınlar. Büyükler akıllı ama asıl uslu çocukları severler. Her dediklerini yapacak ve fazla soru sormayacak çocukları…
* Büyük insanlar ön yargılıdır, şekilcidir. İşin özüne değil, dış görünüşe önem verirler. Maddecidir büyükler, kalıplarla düşünürler, dış görünüşe çok önem verirler. İşini iyi yapanlara değil, göz boyamayı bilen sahtekarlara itibar ederler.

* Erişilemeyecek mutluluklar insanı mutsuz eder. Tutulamayacak hedefler, gerçekçi hedeflere erişilmesini de engeller.
* Kral, Küçük Prens’e “Kişinin kendini yargılaması başkasını yargılamasından çok daha zordur” der. Hayatın her alanında doğrudur.

* Küçük Prens’in rastladığı kendini beğenmiş adam sadece övgüleri duymak istemektedir. Değil eleştirilmeye, övgü dışında bir laf edilmesine bile tahammülü yoktur. Çalışanları olsa, hepsini yalakalardan seçerdi mutlaka…
* Çoğu zaman neyi niye yaptığımızı unuturuz. Ya rutine düşeriz, çalışmak bir alışkanlık haline gelir. Sevmeden, verimsiz çalışırız. Ya da yolumuzu şaşırır ve misyonumuza ihanet ederiz.

* Kimi insanlar iç dünyalarının, ruhlarının fakirliğini parayla, malla, güçle, iktidarla kapatmak isterler. Bu insanlık fukaralarının, çalışanları insan olarak görmesi mümkün mü?
* Bazen, dünya değişir, bazı işlerin anlamı kalmaz, ama biz değişimi fark etmeyiz yahut yaptığımız işi sorgulamayız.

* Kimi yöneticiler kimin ne iş yaptığını, işin nasıl yapıldığını, hatta çalıştıkları şirketin ne iş yaptığını bile doğru dürüst bilmezler.
* (Bir tepenin zirvesine çıkan Küçük Prens’in de gördüğü gibi) Yükseğe çıktıkça tabiat sertleşir, insan yalnızlaşır. Etrafında sadece söylediklerini bir aksiseda gibi tekrarlayıp duran insanlar toplaşır.

* Kendini şirketin bir parçası gibi görenler, yaptıkları işi daha çok sahiplenirler. Çalışanları dışlarsanız, yalnızlaştırırsanız, şirkete bağlılıklarını kaybederler ve ‘ne kadar ekmek o kadar köfte’ moduna girerler.
* Umutsuz, gelecek umudu kalmayan insan mutsuzdur, heyecanı kaybolur. İnsanların umutlarını kırmayın. Aksine, onların şirketin geleceğine ve kendilerinin şirketteki geleceklerine inanmalarını sağlayın.

* Rahatı yerinde olan yönetici çalışanların sıkıntısını anlamaz. Ayrıcalıklarınızın sizi çalışanlardan koparmasına izin vermeyin. Patrona yakınsınız diye, çalışanları ‘patronun malına ve parasına kast eden parazitler’ gibi görmeye başlayan yöneticilerden olmayın.
* Yöneticilere, sorulara doğru cevap versinler, sorunlara çare üretsinler diye para verirler. Henüz sorulmamış sorulara doğru cevap verenlere ve henüz ortaya çıkmamış sorunlara çare bulanlara ise ‘lider’ derler, daha da çok para verirler. Ama hiç biri şu en can alıcı soruya cevap veremez: “Evrenin bilmediğimiz bir köşesinde, hiç görmediğiniz o koyun, o gülü yedi mi, yemedi mi?” Sorunuz yanlışsa, sorun zannettiğiniz şey aslında önemsizse… vereceğiniz cevabın da bir anlamı kalmaz.

*
Bir Amerikan esprisi vardır:

‘Bir gazeteciyle bir spermin ortak noktası nedir?’ (Amerikalılar, gazeteci için değil, başka bir meslek için sorarlar bu soruyu ama, biz gazeteci diyelim.)
‘İkisinin de insan olma ihtimali milyonda birdir!’

Hem yönetici, hem insan olunabilir. İK’cı herkesten daha ‘insan’ olmak zorundadır.
Bir zamanlar çocuk olduğunuzu hatırlayın ve… lütfen çalışanın arkasındaki insanı görün!

*
Saint-Ex, bu kitabı ‘büyüklerin içindeki çocuğa’ ithaf etmiştir. Onun için Küçük Prens’i çocuklara değil, asıl büyüklere okutmak gerekir.

Böylece belki ‘büyüklerimiz’ de ‘büyük insanlar’ olarak doğmadıklarını, ‘bir zamanlar bir çocuk olduklarını’ hatırlarlar.
Konuyu İK’ya bağlamak için ‘Büyüklerimiz belki bir zamanlar bizim gibi birer çalışan olduklarını hatırlarlar’ diyecektim ama vazgeçtim.

Son anda hatırlardım ki, onlar çalışma hayatına müdür olarak yahut koordinatör olarak başlarlar…
 

 (1) Hay Group Bahar Konuşmaları
(2) Mark Osborne’un ‘The Little Prince’ adlı animasyon filmi çıkacak, konu belki de ondan gündemde. Bu arada geçenlerde Ankara’da 47 Küçük Prens koleksiyoncusu bir ortak sergi düzenledi. Ama asıl, bu köşenin hamilerinden Ali Poyrazoğlu’nun ‘Küçük Prens bana dedi ki’ adlı oyunu ortalığı kasıp kavuruyor. Kürsüye çıkıp sunum yapmadan, oyunu seyretmeye cesaret edemedim, Ali abiyle mukayese ederim kendime güvenim kalmaz diye.

 
Hürriyet-İK, 31.05.2015
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder