8 Şubat 2013 Cuma

Yıldız tuşu sendromu


Duvara konuşmayı sürdürmemek için bu kez farklı bir yöntem deneyelim. Şişenin dolu kısmına odaklanalım.
Her zaman eleştirdiğim millî vasfını kaybetmiş eğitimin (2ME diyelim, orman vasfını kaybetmiş 2B’ler gibi) Türkiye’de demokratik bir toplum yaratmak için ne kadar faydalı olduğuna bir göz atalım.
Demokraside halktan istenen nedir? Önüne gelen 3 veya 4 adaydan (partiden) birinin üstüne mührü basmaktır. Halk böylece kendi kendini yönetmiş olur.
Gerçek demokrasilerle ‘sözde’ demokrasiler arasındaki fark ise, özgürlüklerdir. Mesela, birden çok aday arasından seçim yapmak bir özgürlüktür. Seçim bokla kaka arasında olsa da. Keza, iktidara talip olanları beğenmiyorsanız, memleketi ben daha iyi yönetirim diyorsanız, parti kurmakta, aday olmakta özgürsünüz. Size yedirmezler, o başka, ama deneyebilirsiniz.
(‘Peki ileri demokrasilerin farkı nedir?’ şeklindeki bir tuzak soruyla beni kovdurmaya çalışırsanız, şu kadar cevap verebilirim: Gerçek demokrasilerde hukukun üstünlüğü, ileri demokrasilerde üstünün hukuku geçerlidir.)
Madem ki demokrasi, kazanma şansı olan birden çok aday arasından en az kötüsünü seçmektir; biz de zaten gençlerimize, ilkokuldan üniversiteyi bitirene kadar, sadece ve sadece ‘4 cevap şıkkından birini seçmeyi’ öğretiyoruz. Soru sormak, cevabını bulmak, sorgulamak, anlamaya çalışmak, tartışmak, bunlar gereksiz şeyler. Vakit kaybı. Soruları ve cevapları başkası hazırlıyor, senden tek istenen birini işaretlemek.
Daha önce çok söyledim, tekrarlamayayım, aynı çocuklar evlerinde de ‘demokrat’ yetişiyorlar zaten. Evde herkes birbirinin hakkına ve görüşüne saygılıdır. Anneler babalar birbirlerine saygılı davranarak çocuklarına örnek olurlar. Dayak mayak yoktur. Çocuklar fikirlerini söylemeye teşvik edilirler. Bütün kararlar tartışarak, ortak verilir. Hasılı çocuklarımız daha çekirdekten demokrat ve hakka hukuka saygılı yetişirler.
Kısaca, 2ME iyi ve doğru bir sistemdir, ‘Türk aile yapısına’ ve ‘Türk örf ve adetlerine’ uygun ve uyumludur. Buraya kadarında mutabıkız sanırım.
*
Örf ve adetlerimizin ve 2ME’mizin bir büyük faidesi daha vardır, o da yarının tüketicilerini doğru formatlaması ve yeni tüketim toplumuna uygun birer birey haline getirmesidir. Bu yeni birey tipini yani modern tüketim toplumunun bayıldığı ‘yeni insan’ı da, ‘sürünün içindeki koyun’ örneğiyle tarif edebiliriz:
Herkes ne düşünüyorsa onu (aslında sadece tüketmeyi) düşünecek, herkes ne yapıyorsa onu yapacak, herkes nereye gidiyorsa oraya gidecek, özetle sürü halinde hareket edecek ama koyun sürüsü, kurt sürüsü değil.
Filozof Jean-Michel Besnier yakın zamanda çıkan (adını Sadeleştirilmiş İnsan – Yıldız Tuşu Sendromu, diye  çevirebileceğim) kitabında ‘gelişme’ diye sevindiğimiz şeye farklı bir açıdan bakıyordu. ‘Sesli cevaplama sistemi’ denilen şeyin nasıl bir kâbus olduğunu bilirsiniz. Birden ikiden üçten birini tercih edin, tekrar dinlemek istiyorsanız yıldız tuşuna basın. İlerlemenin özeti budur.
Yeni teknolojiler güya hayatımızı kolaylaştırıyor ve bizi daha etkin/etkili/verimli hale getiriyor. Besnier ‘İlerleme olarak insanlara kabul ettirilen yeni teknolojiler ve yöntemler sakın insanı aptallaştırıyor, formatlıyor, kendi otomatizmini bize empoze ederek daha az ‘insan’ haline dönüştürüyor’ diyor. ‘Bizi birey olarak ‘daha çok’ (daha zengin) hale getireceğine teknoloji hakimiyeti ‘insanları sadeleştiriyor’.
Karmaşıklıklar, özellikler, farklar, tereddütler, vazgeçmeler yerini çabuk verilen cevaplara, çoktan seçmelere, standartlaşmış tercihlere bırakıyor, diyor. Sonuç? İnsanın insanlığı azalıyor, insan ‘asgarî müşterek’ haline indirgeniyor, zevkleri en basite, kelime hazinesi asgarîye indiriliyor, istek ve beklentileri standartlaştırılıyor’ (ki gruplamak, saymak ve işlemek kolay olsun) diyor.
Besnier tabii ki robot-hemşire, felçli insanların umudu olan robot-iskelet, canlı organizmalarla makinaların sembiyozu, beyin-bilgisayar işbirliği gibi beklentileri göz ardı etmiyor ama... bu hayallere erişmek için insanın ödediği bedelin ne kadar ağır olduğunu vurguluyor. Robot insanlaşırken, insan daha hızlı robotlaşıyor. Duygular, fikirler, kelimeler kıtlaşıyor, insanlık kısırlaşıyor. Her bireyi tek ve farklı kılan insanın iç dünyası çölleşiyor.
İnsanoğlunun makineler ve teknoloji ile ‘güçlenmesi’ için ‘insan’ın sadeleşmesi gerekiyor. Ancak sadeleşmiş insanın yerine robotları veya bilgisayarı koyabilir, sadeleşmiş insanla makineleri uyumlu hale getirebilirsiniz. Yaratıcı karmaşıklık, incelik, farklılık, bilinmezlik... robot çağında istenen özellikler değildir. Hasılı, bugün yapılmak istenen makineyi insana uyumlu hale getirmek değil, insanı makineye uyumlu hale getirmektir. İnsanoğlunun ‘güçlenmesi’ için önce en basit, en elemanter özelliklerine indirgenmesi gerekir... diyor Besnier.
Aile yapımız, örf ve adetlerimiz, 2ME ve insana verdiğimiz değerle biz yarının insanını yetiştiriyoruz, demem bundandır.
İyi anlatamadıysam eğer, tekrar dinlemek için yıldız tuşuna basın.

Hürriyet-İK, 10.02.2013



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder