23 Ocak 2013 Çarşamba

Vergi ödememek için erken ölür müsünüz?





Prof.Dr. Şükrü Kızılot Hürriyet’te günlerdir yazıyor; gelir vergisi kanununda önemli değişiklikler yapıldı, vergiler kimi durumda 100 katına çıkıyor, mirasçıların fena halde canı yanacak, diyor.

Bu değişiklik, British Columbia Üniversitesi’nden Wojciech Kopczuk ile Michigan Üniversitesi’nden Joel Slemrod’un The Review of Economics and Statistics’in Mayıs 2003 sayısında yayımlanan bir makalesini yeniden gündeme getiriyor. Konu ilginç ve çok eğlenceli:

‘Mirastan alınan vergilerin artması veya azalması insanların ölüm tarihini etkiler mi?’

Kimse vergi ödemekten hoşlanmaz. (Bakınız: İradesiyle vergi ödeyen enayidir - Hürriyet-İK 18.09.2011) Zenginler, fakirler kadar da hoşlanmaz. Ama bu antipatiyi, ölüm tarihini erkene almaya yahut ertelemeye kadar vardırabilirler mi?

İnsanlar ev alacakları, evlenecekleri hatta çocuk yapacakları zamanı seçerken ödeyecekleri vergiyi dikkate alıyorlar da, hayatlarının en önemli hadisesi (yani ölüm) söz konusu olduğunda niye es geçsinler?

*

1999’un son aylarında ABD’de doğal ölümler (daha önceki yılların aynı dönemine göre) azalmış. 2000’in ilk aylarında ise ortalamanın çok üzerinde ölen olmuş. İddiaya göre bunun sebebi… ihtiyarların ‘ölmeden dünya gözüyle 2000 yılının yılbaşını yani Milenyum’u bir göreyim’ iradesi imiş.

Çünkü - gazeteci ve blogger Pierre Barthélémy’den öğrendim - insan, mesela doğumgünü, önemli bir dini bayram yahut çocuğunun mürüvveti gibi ‘çok istediği ve beklediği bir tarihe kadar’ dişini (veya başka yerini) sıkıp ölmeyebilirmiş.

Bilime inanan bir insansanız, bunu ‘beynin ve iradenin gücüne’ yahut ‘psikolojinin önemine’ bağlayabilirsiniz. Dine inanan bir insansanız Azrail’in hoşgörüsüne…

Yukarıda sözünü ettiğim makaleye bakarsanız, vergi oranlarında yapılan değişiklikler de, aynı şekilde, insanların ölüm tarihini öne almasına veya ertelemesine sebep oluyormuş.

İki akademisyen, ABD’de 13 kez veraset ve intikal vergisi değişikliği yapılan (8’inde vergi oranları artırılmış, 5’inde indirilmiş) 1917 ila 1984 yılları arasını incelemişler. Bu 67 yıllık dönemde ölen onbinlerce insanı taramışlar. Acaba vergi mevzuatındaki değişikliğe denk gelen dönemlerde ölüm ortalamalarında bir değişiklik olmuş mu?

Sonuç: Evet!

10.000 dolar daha az vergi ödeme imkanı var ise, insanların % 1,6’sı ölümünü öne alıyor veya erteliyormuş.

*

İlginç bir sonuç ama, araştırmacılar, kendileri de kabul ediyorlar: İstatistik açıdan vergi oranı ile ölüm tarihi arasında bir korelasyon varsa da, bu ‘insanların vergiden kaçınmak için erken ya da geç öldüklerinin ispatı’ olamaz elbette.

Ayrıca, mirasçıların vergiden kaçınmak için ölüm tarihini değiştirmiş olmaları da ihtimal dahilinde.

Bu arada, 1984’ten bugüne tıp çok ilerleri.

Meslektaşım Barthélémy’nin de dediği gibi, artık bugün düşük vergi ödemek için dedeyi makinaya bağlayıp yeni vergi kanunu yürürlüğe girene kadar yaşatmak, yahut artan oranlara yakalanmamak için fişini erken çekmek de mümkün.

Not: Hükümet zaten kendinden olmayan doktorlara gıcık. İster misiniz işgüzar savcının biri bu yazıyı ihbar kabul edip ‘Doktorlar vergi kaçakçılarına yardım ve yataklık yapıyor’ diye soruşturma başlatsın!

Hürriyet-İK, 27.01.2013


17 Ocak 2013 Perşembe

Duvara konuşan adam




10 yıl önceye ait bir yazı geçti elime. Gene Hürriyet’in bir yan yayınında, Avrupa’daki komünist partilerle ilgili ‘ciddi’ bir yazısın ertesi, şöyle yazmışım:

*

Bayram arifesi sıktım biliyorum. Hayat yeteri kadar ciddî zaten... Ayrıca, bir sürü laf ediyorum, ona buna kakıyorum ama, hedef aldıklarımın utandığı, sıkıldığı da yok maşallah. 
Acaba burada boşuna mı konuşup duruyoruz?

Kudüs'te görevlendirilen bir gazeteci, Ağlama Duvarı'nın önünden her geçişinde, yaşlı bir Musevî'nin orada öyle durup dua ettiğini fark etmiş. Bir hafta, iki hafta... sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş. İzin alıp teybini açmış, sormuş adama:

- Adınız?

- David. Polonya Yahudisiyim. Yaşım 65. Smalla'da bir manav dükkânım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv'de bir çiçek serasında çalışıyor...

- Sizi her gün burada, Ağlama Duvarı'nın önünde, dua ederken görüyorum.

- Evet, her sabah dükkânı açmadan buraya gelirim. Dünya barışı ve insanların kardeşliği için dua ederim. Öğle tatilinde bu sefer insanların mutluluğu, acıların sona ermesi için Yaradan'a yalvarırım. Akşam da, eve dönerken, bu kez dürüst ve iyi insanların esenliği için dua ederim. Cumartesi günümü de burada, yine dua ederek geçiririm.

- Ne güzel! Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz?

- İsrail'e göçtüğümden beri, yani 40 yılı geçti.

Gazeteci çok etkilenmiş, heyecanla sormuş:

- 40 yıldır her gün dua ediyorsunuz. 40 yıldır yılmadınız. Bugün nasıl bir duygu içindesiniz, neler hissediyorsunuz?

Uzun uzun iç geçirmiş yaşlı Musevî; sonra bezgin bir sesle cevap vermiş:

- Vallahi artık bilemiyorum, demiş. İçimde, sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir his var.

(Hürriyet-internet, 2 aralık 2002)

*

On yıl sonra gene aynı yerdeyim.

Duvara konuşasım yok bugün…

Hürriyet-İK, 20.01.2013




13 Ocak 2013 Pazar

Sakın bu soruları sormayın sonra sizi gazeteci sanırlar

Hükümet, bireysel emekliliği desteklemek için yeni bir uygulama başlattı. Eskiden bireysel emeklilik priminin bir bölümü gelir vergisinden düşülebiliyordu. 1 Ocak’tan itibaren inandırıcı olmayan gerekçelerle bu sistem değişti ve vergi indirimi yerine devletin sisteme girenlere katkı yapacağı müjdelendi.

Ekonomi sayfalarındaki haberler ‘Devlet istisnasız herkese % 25 katkı yapacak. Emeklilik faizden çok kazandıracak.’ diyordu.

• Kendi sigortalısına, yani eski SSK, Bağkur ve Emekli Sandığı (yeni Sosyal Güvenlik Kurumu) emeklilerine utanılacak bir emekli maaşını reva gören devlet (*), ne yüzle özel bankaların kurduğu bireysel emeklilik fonlarına vatandaşın vergileriyle destek veriyor diye soran yok.

• Devlet özel bankalara (ve belki de Türkiye’ye girmek için bu uygulamayı bekleyen yabancı emeklilik fonlarına) teşvik verecek parayı bulabiliyorsa, niye SGK’ya aktarmıyor, niye adam gibi bir emeklilik sistemi kurmaya çalışmıyor?

• Bireysel emeklilik için para ayırabilen vatandaşlara devletin katkı yapması, bu imkana sahip olmayan fakir fukaraya karşı haksızlık ve ayrımcılık değil mi? Asgari ücretlinin üç kuruş gelirinden kesilen vergilerin imkanı olanların emekliliğini yahut özel bankaların fonlarını desteklemek için kullanılması yasal mı, meşru mu?

• ‘Devlet herkese % 25 katkı yapacak’ demek, 100 lira yatırana 25 lira, 100 bin lira yatırana 25 bin lira katkı demek, değil mi? Değil. Devlet katkısı yıllık asgari ücretin % 25’iyle sınırlı. 2013’te üst sınır aylık 250, yıllık 3.000 TL. Yani 100 bin TL prim ödeyen % 25 değil, % 3 katkı alacak. Hasılı herkese % 25 katkı lafı yalan. ‘Devlet bireysel emeklilik sistemine girenlere yıllık 3.000 TL’ye kadar katkı yapacak’ derler buna. Maksat vatandaşı kandırmak değilse elbet.

• ‘İstisnasız herkes’ dedikleri de, ‘bireysel emeklilik sistemine gidenlerden ayda 1.000 TL’ye kadar prim ödeyenler’ demek aslında. Peki Türkiye’de acaba kaç kişi, çoluğunun çocuğunun geçimini temin ettikten, varsa resmî sigorta primini ödedikten, asgarî tasarrufunu sağladıktan, asgarî yatırımını yaptıktan sonra, bir de üstüne bireysel emeklilik için para ayırabilir? Herhalde ekonomi sayfalarının dediği gibi ‘istisnasız herkes’ değil.

• Hürriyet’in bir ekonomi yazarı, % 25’i cepte farz ederek ‘Yüzde 25 getiri bugün hiçbir yatırım aracında yok’ diyordu. Doğrudur, aylık 1.000 TL’ye kadar emeklilik primi ödeyenler için % 25 ekstra prim söz konusu. Ödenirse elbet. Maksat küçük tasarruf sahiplerini desteklemek olsa, itirazım yok. Tabii ki söz konusu devletin, önce tasarruf yapma imkanı olmayan, değil tasarruf, geçimini temin edemeyen gerçek fakir kesimin sosyal güvenliğini temin etmiş olması kaydıyla. Türk devleti bu görevini yerine getirmiş midir?

Bireysel emekliliğe girebilen azınlığın günü geldiğinde emekli olup parasını alabilmesi ve devletin söz verdiği katkıyı sürdürmesi de ayrı bir konu elbette.

Eski bir yazıda 'devletin, temel görevlerini özelleştirme hakkı yoktur. Yoksa... Sağlık gitti, eğitim gitmek üzere, güvenlik ve adalet de sırada' diye yazmıştım. (Eğitimin Millî’si nerede kaldı? 9 Ekim 2011) Doğrusu emekliliğin özelleştirilebileceği ve devletin bunun için teşvik primi ödeyebileceği aklıma gelmemişti.

Böyle giderse Türk Devleti’nin fonksyonu, vatandaştan zorla vergi almak, sesini yükseltenlerin üstüne polis ve asker salmak, savcılarla suçlayıp hakimlerle mahkum ettirmek ve gardiyanlarla hapiste tutmaktan ibaret olacak.

(*) Türkiye’nin emeklilik ayıbı konusunda bakınız Hürriyet İK 3 Ağustos 2008, 10 Temmuz 2011, 8 Nisan 2012

Hürriyet İK, 13.01.2013

6 Ocak 2013 Pazar

Gangnam Style



Geçen hafta televizyon dizileri, bu hafta Gangnam Style...

Ses getirebilmek ya da gündemde kalabilmek ümidiyle, gündemde ne varsa sazan gibi atlayan köşe yazarlarına benzetilmek endişem olmadığı için (çünkü hiç gündemde olmadım, olmak için bir gayret göstermedim, gösterseydim de başaramazdım) rahat rahat bu konularagiriyorum.
Görmemiş, duymamış olamazsınız: Gangnam Style (1) diye bir ‘şey’ortalığı kasıp kavuruyor.

Lütfedip beni okuyanlar büyük bir olasılıkla benim kafamda olduğu için, sizin de bu ‘şey’den tiksindiğinizi tahmin edebiliyorum.
Ama küçümsemek yanlış. Yaşadığımız dünyayı anlamak isteyenlerin bu fenomene bir izahat araması şart.

Nasıl oluyor da bu kadar sevimsiz, komik, ‘kiç’ bir şarkı ve dans internette 5 ayda 1 milyar kez izleniyor? (Bu bir dünya rekoru imiş.)
Nasıl oluyor da BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’dan Google’ın patronu Eric Schmidt’e herkes bu ‘şey’den söz ediyor?

Seçim kampanyası sırasında Al Green’in Let’s Stay Together’ini, Robert Johnson’un Sweet Home Chicago’sunu mırıldanan Barack Obama’nın bile ‘Tekrar seçilirsem Gangnam Style dansıyapabilirim’ diye vaat etmesi herhalde boşuna değil.
*
Erkek dergisi GQ’nun yayın yönetmeni, yazar Emmanuel Poncet diyor ki (2):

* Gangnam Styledünyanın ağırlık merkezi’nin ekonomiden sonra kültürde de Uzakdoğu’ya kaydığının müzikal ispatı.‘Kültürel güç dengelerinin yeni Kore-grafisi’. Düne kadar anglosaksonların elinde olan pop hakimiyetinin Kawaii(Japonca ‘minyon’) diye tanımlanan Japon gençlik değerlerine, daha doğrusu -Japonya da geride kaldığına göre - bunun Kore versiyonu olan K pop’a geçişinin bir göstergesi.
* David Getto gibi DJ’ler tarafından Batı diskolarında popüler hale getirilen ‘bling bling’ (sonradan görme, zevksiz, görgüsüz, dikkat çekmekten ve parasını göstermekten hoşlanan) hip-pop stiliyle video oyunu ve manga düşkünü ‘komplekssiz’ Uzakdoğu gençliğinin buluşması.

* Koreli Psy’nin topluma bulaştırdığı bu garip ‘gemi azıya almış at dansı’, belki bilmeden ‘pop kültürün yaşadığı şoku’ resmediyor. (Daha doğrusu ‘videoediyor’.) Papyon (ki Fransızca’da kelebek demektir) kravatı ve komik kıyafetiyle, Asyalılar’ın lüks düşkünlüğünü ve yeni kitlesel dandiliği tiye alıyor.
* Gangnam Style’ın başarısının bir sebebi de bir ‘haunting melody’oluşu. Psikanalist Theodor Reik’in 1925’te ‘takıntı müziği’ adını verdiği (umarım doğru çevirdim) ve bizi ‘huzurlu çocukluk dönemimize’ geri götürüp rahatlatan müziklerden. Sürekli tekrarlanan ‘Gangnam Style’ ve ‘oppa’ nakaratıve abuk sabuk hoplayıp zıplamalarıyla, primer itkelerimizi (pülsiyon) harekete geçiren bir ‘çocuk şarkısı’ yani. Koreli’nin de kendine sahne adı olarak ‘Psy’yani ‘psikoloji’nin kısaltmasını seçmesi tesadüf değil.

* Ayrıca, Psy’nin ve klipteki dansçıların şamanlar yahut kızılderili savaşçılar gibi zıplayıp durması ve ‘savaşçığlıkları’ atması da (tıpkı bu pop türünün en iyilerinden biri olan Queen’in We are the champions’u gibi) insanların‘diline ve bedenine dolanmasına’ sebep oluyor. Psy ve bu şarkıyla (alay ediyor ayaklarına) dans edip tepinen milyonlar, Koreli, Çinli, Amerikalı, Türk olsun (Türk’ü ben ekledim), bilinç altında aslında bezirgan küreselleşmeye karşıtepkisini ortaya koyuyor. Ama çocukça ve paradoksal bir tepki elbette.
*
Hani fıkradaki adam ‘Benim kızım da o...pu oldu ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum’ demiş ya. Ben de yukarıda yazısından (ç)alıntı yaptığım meslektaşım Emmanuel Poncet kadar güzel analizler yapamıyorum. Meramımı kendi üslubumca anlatmaya çalışmama izin verin:
68 kuşağının toplumsal ve kültürel kalıpları kırmak ve her alanda özgürlüğünü kazanmak için verdiği mücadeleyeşahit olmuş; kendisi de özellikle Türkiye’de aynı uğurda çok ağır bir bedel ödemiş; bu arada yok saçını uzattı/eteğini kısalttı, yok blucin giydi, yok kızlarla/erkeklerle elele gezdi diye ‘büyükler’den işitmediği laf ve dinlemediği‘nasihat’ kalmamış bir 78 kuşağı mensubu olarak... benim ‘şimdiki gençler’ diye başlayan bir eleştiri cümlesi kurmamı beklemeyin. Sadece değer ve önem verdiğim için anlamaya çalışıyorum. Ve muhtemelen, tıpkı babalarımızı anlamayan dedelerimiz, bizi anlamayan babalarımız gibi, biz de çocuklarımızı ve onların kurduğu dünyayı anlamayacağız. Onların da ipinde değil zaten.
Şahsi olarak şu kadarını söyleyeyim ki...

Avrupalılar ve Avrupa kültürüne özenerek büyümüş çevre ülkelerin aydınları, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra dünyayıişgal eden Amerikan kültürünü, Amerikan değer hükümlerini ve yaşam tarzınıanlamakta zorlanmış, ‘materyalist-sonradan görme-görgüsüz-kro’ bulmuş ve küçümsemişlerdi. Çok da haksız değillerdi.
Bugün dünya ekonomisine hâkim olmaya ve dolayısıyla (ve mesela Gangnam Style’ı 5 ayda 1 milyar insana ulaştıran teknoloji ve iletişim devriminin de katkısıyla) dünya kültürüne, yaşam tarzına damgasını vurmaya başlayan Çin, G.Kore vb ülkelerin Gangnam Style’ın da hicvettiği değer hükümleri, kültürleri, yaşam tarzları, zevkleri... belli ki çok tartışılacak ve eleştirilecek ve küçümsenecek.

Ve gene ihtimaldir ki, tarihin kuralı gereği, gelen (Çinli) gideni (Amerikalı) aratacak!


(1) Hâlâ bilmiyorsanız, Gangnam, Güney Kore’nin başkenti Seul’ün modern ve zengin bölgesi. Video, bu semtte yaşayan ‘zengin çocukları’nın bir parodisi. Güya...
(2) Le Monde, 22.12.2012


Hürriyet-İK, 06.01.2013