2014 Dünya Kupası vesilesiyle beklenen binlerce
abaz… pardon futbol meraklısını dikkate alarak, Brezilya’nın Belo Horizonte
kentinde seks işçilerine İngilizce ve İspanyolca dil kursları açılmış. Projenin
sahibi Minas Gerais Eyaleti Fahişeler Derneği Başkanı, “Bu kadınların (bu
sayede) müşterileriyle pazarlık yapabilmelerini, adil bir ücret elde ederek
çıkarlarını korumalarını istiyoruz” diyordu.
Fahişeler Derneği’nin bu yaptığı bir
‘anticipation’dur.
Kelimenin bugünün Türkçesinde efendi gibi bir
karşılığını bulamadım.
(Hayat felsefesi “Yarına Allah kerim” olan bir
toplumda ‘anticipation’ kavramı bile olmaz ki bir isim üretsin!)
‘Öngörü ve hazırlık' diyelim.
Çok önemlidir!
*
Aykırı modacı Paul Smith, nerede okuduğumu unuttum,
‘Kalecinin yalnızlığı’ başlıklı bir makalesinde bundan söz ediyordu. Albert
Camus, Papa 2.Ioannes Paulus, Sir Conan Doyle, Vladimir Nabokov ve hatta
Ernesto ‘Che’ Guevera’nın ortak özelliklerinin gençliklerinde ‘kalede durmak’
olduğunu hatırlatıyor, “Belki de, takımın diğer 10 oyuncusuyla aynı formayı
giymek kimi insanları tatmin etmiyordur” diyordu. “Belki bunlar kendiyle yalnız
kalmaktan hoşlanan, içe kapanık insanlardır. Belki de zaman zaman ‘herkesin
ilgi odağı’ olmaktan hazzeden tiplerdir…”
Bir kaleciyi diğer futbolculardan ayıran nedir?
İşler kötü gittiğinde takımı kurtarması beklenir,
yani payına düşenden (11’de 1) çok daha fazla sorumluluk taşır.
Formda olmadığı gün sahada gezinmek, pas almamak
için saklanmak, topa girmemek gibi bir lüksü yoktur.
Sonra, kaleci hareketsiz kaldığı için üşür, tek
başına olduğu için sıkılır. Tek başına sevinir, tek başına üzülür.
Oyunu biraz dışarıdan seyrettiği için hataları
herkesten iyi görür, ama müdahale edemez; bağırır çağırır, yerinde tepinir
durur.
Ve (Smith’in dediği gibi) iki kale arkasında genelde
iki rakip takımın en fanatik taraftarları olduğu için, maçın bir yarısında
alkışlanır, diğer yarısında yuhalanır ve kafasına bir şeyler atılır.
Her durumda, kaleci çok yalnız bir insandır.
Smith, kaleciyi rok gruplarındaki bateristlere de
benzetiyor: “İkisi de yerinden kımıldamaz. Zaten ikisi de diğerlerinden ayrı
olarak çalışır…”
Bütün bunlar kalecilerin karizmatik ve bir ‘stil
sahibi’ olmasına engel değildir diyor (konuyu bir şekilde modaya getirmesi
gereken) modacı Paul Smith. Gelmiş geçmiş en büyük kalecilerden Rus Lev Yaşin
mesela daima simsiyah giyerdi. Bugün kaleciler rengarenk, hatta fosforlu mayo
giymekten çekinmiyorlar.
“Ve genelde, sahada ‘anticipation’ becerisi en
yüksek olan oyuncu, kalecidir. Ben de aynı durumdayım. Moda trendlerini
öngörmek ve ona göre hareket etmek (antisipe etmek) zorundayım. Kaleci için
bir maç neyse, benim için de bir moda sezonu o demek. Tek fark, ben hata
yaparsam, kimse teselli etmek için gelip kafalı okşamıyor.”
*
Çalışma hayatında da böyle yalnız ‘kaleciler’ vardır
(diyor konuyu bir şekilde İK’ya bağlaması gereken Serdar Devrim.)
Takımın biraz dışında kalırlar. Yalnız çalışır,
yalnız ısınırlar.
Takımın sigortasıdırlar, ama nadiren bir ‘yıldız’
olurlar. En çok kazananlar listesine giremezler.
İşler iyi giderken dönüp bakan pek olmaz. İşler kötü
gittiğinde kalede birinin olduğu akla gelir.
Takım gol attığında sevincin uzağında kalırlar.
Takım gol yediğinde, golü yiyen neticede onlardır. Hataları olmasa bile
kendilerini ‘şahsen’ başarısız hissederler.
Kimin iyi oynadığını, kimin sahada saklandığını,
kimin yanlış pas verdiğini, yapılan hataları herkesten iyi görürler.
Ama beyhude tepinip dururlar, bas bas bağırırlar.
Ve, Smith’in dediği gibi, oyunu en iyi onlar
‘antisipe’ ederler... ama faydası olmaz.
Gene de onlar bıkmadan, usanmadan takımın kalesini
beklerler...
Belki de ‘futbolcunun aptalı kaleci olur’ demeleri
bundandır!
Hürriyet-İK, 3 Şubat 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder