Fransız oyuncu ve senarist
Olivier Dazat’nın bir kitabı çıktı. Adı Hier
Encore.
Charles Aznavour hayranları
iyi bilirler bunun anlamını, ‘daha dün...’
demektir.
Alt başlığı (muhtemelen
kitabı sattırmak için) ‘Melankoli geçmişin erotizmidir’ diyor, ne demekse.
İlginç bir kitap, ama sadece
bir alıntıyla yetineceğim ne yazık ki.
Daha insanî bir dünyanın,
daha insanî yarınların nostaljisini yaparken - yarının nostaljisi olur mu
demeyin, bal gibi olur (*) - gençlik hakkında şöyle diyor Dazat:
“Artık gençlik diye bir şey
yok. Gençler rollerine sahip çıkmıyorlar. Gençlik burjuvalaştı. Bugünün
gençliği, dünyanın ihtiyarlığı…”
*
Faşist 12 Eylül rejimi
apolitik hale getirmek için; ardından gelen Özal liberalizmi ise tüketici
haline getirmek için gençliği tamamen pasifize ettiler… diyeceğim ama, Türk
gençliğinin Amerikan, İngiliz, Rus yahut Çin gençliğinden bir farkı yok bugün.
Artık o kadar akışkan bir
dünyada yaşıyoruz ki, ‘iletişim manyağı’ haline gelen çağımızda, benzer
ortamlarda yaşayan gençler birbirinin klonu haline geliyor.
Kendimle tutarlı olmak için
hemen söyleyeyim:
‘Şimdiki gençler…’
edebiyatından nefret ederim. Böyle bir karşılaştırma bile yapılamaz. Her kuşak
kendi şartlarında değerlendirilmeli.
Onun için bu söylediğimi
lüften bir karşılaştırma hele hele bir eleştiri olarak almayın. (Ve tabii
istisnalara da takılmayın.)
İhtiyar değil belki ama…
bugünün çocukları sanki ‘büyük’ doğuyorlar.
(Bu kez de aklıma Georges Moustaki geldi: Bir şarkısında ‘Ben
yorgun doğmuş bir kertenkeleyim’ der ya.)
4-5 yaş barajını aştıktan
sonra artık soru sormuyorlar. Merak etmiyorlar. Bilmek, öğrenmek istemiyorlar.
Bildikleri kadarıyla mutlular. Hayret etmiyorlar. Sorgulamıyorlar.
Belki de kapağı bir
üniversiteye atacağım diye o kadar zorlanıyorlar ki, kampüsün kapısından
girdikleri anda gevşiyorlar. Koyuveriyorlar.
Hayattan tek beklentileri
sıkıntıya girmeden para kazanabilecekleri bir iş bulmak.
O da mesela gazetecilikse
işe köşe yazarı ya da yazı işleri müdürü, şirketse müdür olarak başlamak
şartıyla.
Ve… tüketmek.
Herkes ne tüketiyorsa, onu
tüketmek. Herkes ne alıyorsa, onu almak. Herkes ne yapıyorsa, onu yapmak.
İsyan etmiyorlar. Adam gibi
bir hayal bile kurmuyorlar.
Daha iyi veya daha kötü
değiller, hayır, ama çok farklılar.
*
‘Akılları satışa
çıkarmışlar, herkes kendi aklını almış’ diye bir laf vardır.
Çocukluğu, gençliği satışa
çıkarsalar herhalde çok insan kendi çocukluğunu, kendi gençliğini seçerdi.
Ama, isyankâr, anarşist diye
sokaklarda vurulan bir kuşak nasıl bu kadar ‘konformist’ çocuklar yetiştirdi,
hayret.
Ama olsun!
Özel dershaneler mutlu, paralı
okullar mutlu, sendika toplu sözleşme grev derdi olmayan işveren mutlu, mal
satan mutlu, reklam veren mutlu, bankacı mutlu, politikacı mutlu.
Gençler de mutlu!
O zaman sana ne oluyor be
adam!
(*) Fransa’nın Eli Acıman’ı Marcel Bleustein-Blanchet’nin 1976’da
çıkan otobiyografisinin adıydı ‘Geleceğin nostaljisi’. Kana kana okumuş ve çok
etkilenmiştim. Keşke o zamanki içgüdüme uyup reklamcı olsaymışım. Bu arada
Antonio Tabucchi’nin ‘mümkün olanın nostaljisi’ sözünü de atlamayalım. İnsan
yaşlandıkça yani kalan ömrü azaldıkça, hem maddî manevî kısıtlanıyor hem de ‘mümkün
olanın ufku’ daralıyor. Dün kurabileceğiniz hayalleri bugün kuramıyorsun!
Hürriyet-İK, 21.04.2013
Haftasonundan kalma IK ekinden yazınızı okuma şansı buldum.
YanıtlaSilTRT'de "Pop Oturduk Pop Kalktık" belgeselinden birkaç alıntı paylaşmak istedim:
-Gençler bıkkın yorgun ve hiçbirinin zamanı yok.
Gençlerin ağzından:
-Planlarım arasında yurt dışında tekrar üniversite okumak var.
-Hayallerim var ama gerçeleşir mi bilmiyorum.
-Şu şartlarda hayal-gelecek yok, günü birlik yaşıyoruz.
-Şu an cevap vermek istemiyorum, moralim düzgün değil.
Türkiye Popstar programında juri ile konservatuar mezunu bir yarışmacı arasındaki konuşma:
-Ne iş yapıyorsunuz?
-Bir iş yapmıyorum, birşey olamadım. Konservaturdan sonra öğretmen olamadım, TRT ye giremedim, Türkiye... korosuna alınmadım. Ama benden kaynaklı olduğunu düşünmüyorum.
Evet, ne yazık ki gerçek budur...
YanıtlaSil