Yazdıklarımı
‘hüzünle’ okuduğunu söyleyen bir bey bana attığı e-postada Türkiye’de
insanların meslekî tecrübelerini kağıda dökmeyişinden, üniversitelerin
icracıların tecrübelerine itibar etmeyişinden yakınıyordu. Haklı olarak. ‘Fabrikalar
kurmuş bir nesil çekip gidiyor, kimsenin umrunda değil’ diyordu.
Ona
cevaben seyrettiğim bir belgeselden söz ettim.
Amerikan
Savunma Bakanlığı’nın finanse ettiği bir projeyle ilgili bir belgeseldi.
Kargaların, kötülük eden insanların yüzünü tanıma yeteneğini ölçüyorlardı.
Anladığım kadarıyla suçluların, hatta potansiyel suçluların teşhisinde
kullanmayı düşünüyorlarmış.
Araştırdıkları
konulardan biri de, kargaların bilgi ve tecrübelerini yavrularına aktarma
becerileriydi. Bir bilim adamı “Kargalar eğer bu konuda başarılıysa, o zaman
evrim denilen süreçte çok daha şanslılar demektir” diyordu.
*
Silikon
Vadisi’ni gezen Başbakan, “Çalışanlar mesafe alıyor. Demek ki bizim de daha çok
çalışmamız, bilgiyi üretmemiz, geliştirmemiz lazım. Onun için ben de bilgiyi
insanlığın evrensel bir malzemesi olarak görüyorum. Bundan hep birlikte
istifade edeceğiz” diyordu. (Hürriyet, 25
Mayıs pazartesi)
Doğrudur,
ama bir yere kadar.
Başkalarının
ürettiği bilgiden istifade etmekle yetinen toplumlar, giderek hızlanan bu
yarışta nal toplamaya mahkûm.
Hele
hele toplumsel gelişme denilen süreçte, bizim gibi (zaten kıt) bilgi
birikimlerini ve tecrübelerini sonraki nesillere aktarmayı bilmeyen milletlerin
hiç şansı yok.
Bu
zaafımızdan dolayıdır ki, bizde her kuşak aynı tebrübeleri yaşar, aynı hataları
tekrarlar ve toplum olarak asırlardır patinaj yapar dururuz.
Bilgiye,
tecrübeye saygı göstermeyen bir toplum olduğumuz için midir? Bu kısır döngüde
hangisi sebep, hangisi sonuç? Bilmiyorum.
*
Gene
bir şey bilerek değil, ama bu coğrafyada yaşayan insanların (belki de Rumları,
Ermenileri, Süryânîleri, yani nispeten daha eski ve yerleşik olan unsurları bu
tanımın dışında bırakmak gerekir)…
Bir
şey bilerek değil ama, bu coğrafyada yaşayan insanların, diyordum, karakter ve
davranışlarında bireysel ve toplumsal genlerine işlemiş göçebeliğin etkisi
olduğuna inanıyorum.
Oysa
göçebe toplumlarda, hatta yerleşik köylü toplamlarında, ‘eskilere’ yani
yaşlılara saygı önemlidir; sevgiden dolayı değil menfaat icabı:
Çünkü
hayatta kalmak için olmazsa olmaz bilgi ve tecrübeye yaşlılar sahiptir de
ondan. (Anaerkin fil topluluklarında suyun yerini sadece ‘anaç fil’ bilir
mesela.)
Acaba
diyorum - varsa bir uzman bana cevap verse keşke - bu tür ataerkil toplumlarda,
eskiler iktidarı kaptırmamak için bilgi ve tecrübelerini kıskanç bir şekilde
gizler, sadece vakti geldiğinde (yani ölüme yakın) yerlerini alacak olana, o da
gıdım gıdım aktarırlar da, bizim bu zaafımızın sebebi de bu mudur?
(Zaten,
batının çekirdek aile düzenini benimsediğimizden beri, ailede ihtiyarlar da
kalmadı.)
*
Yüksek
sesle düşünüyorum, sebebini bilmiyorum, bilebilecek altyapıya sahip değilim ne
yazık ki; ama (romancı ve hikayeci de çıkmayan) bu coğrafyada, bilgi ve
tecrübemizi yeni nesillere aktaramadığımız aşikar.
Başbakan’ın
dediği gibi çok da çalışsak, ki Allah için çalışıyoruz, biriktiremedikten ve
aktaramadıktan sonra, neye yarar?
Ve
ne yazıktır ki, elin adamı kargaları incelerken, bizim yüzümüze bile bakan yok.
Hürriyet-İK, 26.05.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder