22 Mayıs 2013 Çarşamba

Karga kadar olamadık


Yazdıklarımı ‘hüzünle’ okuduğunu söyleyen bir bey bana attığı e-postada Türkiye’de insanların meslekî tecrübelerini kağıda dökmeyişinden, üniversitelerin icracıların tecrübelerine itibar etmeyişinden yakınıyordu. Haklı olarak. ‘Fabrikalar kurmuş bir nesil çekip gidiyor, kimsenin umrunda değil’ diyordu.
Ona cevaben seyrettiğim bir belgeselden söz ettim.
Amerikan Savunma Bakanlığı’nın finanse ettiği bir projeyle ilgili bir belgeseldi. Kargaların, kötülük eden insanların yüzünü tanıma yeteneğini ölçüyorlardı. Anladığım kadarıyla suçluların, hatta potansiyel suçluların teşhisinde kullanmayı düşünüyorlarmış.
Araştırdıkları konulardan biri de, kargaların bilgi ve tecrübelerini yavrularına aktarma becerileriydi. Bir bilim adamı “Kargalar eğer bu konuda başarılıysa, o zaman evrim denilen süreçte çok daha şanslılar demektir” diyordu.
*
Silikon Vadisi’ni gezen Başbakan, “Çalışanlar mesafe alıyor. Demek ki bizim de daha çok çalışmamız, bilgiyi üretmemiz, geliştirmemiz lazım. Onun için ben de bilgiyi insanlığın evrensel bir malzemesi olarak görüyorum. Bundan hep birlikte istifade edeceğiz” diyordu. (Hürriyet, 25 Mayıs pazartesi)
Doğrudur, ama bir yere kadar.
Başkalarının ürettiği bilgiden istifade etmekle yetinen toplumlar, giderek hızlanan bu yarışta nal toplamaya mahkûm.
Hele hele toplumsel gelişme denilen süreçte, bizim gibi (zaten kıt) bilgi birikimlerini ve tecrübelerini sonraki nesillere aktarmayı bilmeyen milletlerin hiç şansı yok.
Bu zaafımızdan dolayıdır ki, bizde her kuşak aynı tebrübeleri yaşar, aynı hataları tekrarlar ve toplum olarak asırlardır patinaj yapar dururuz.
Bilgiye, tecrübeye saygı göstermeyen bir toplum olduğumuz için midir? Bu kısır döngüde hangisi sebep, hangisi sonuç? Bilmiyorum.
*
Gene bir şey bilerek değil, ama bu coğrafyada yaşayan insanların (belki de Rumları, Ermenileri, Süryânîleri, yani nispeten daha eski ve yerleşik olan unsurları bu tanımın dışında bırakmak gerekir)…
Bir şey bilerek değil ama, bu coğrafyada yaşayan insanların, diyordum, karakter ve davranışlarında bireysel ve toplumsal genlerine işlemiş göçebeliğin etkisi olduğuna inanıyorum.
Oysa göçebe toplumlarda, hatta yerleşik köylü toplamlarında, ‘eskilere’ yani yaşlılara saygı önemlidir; sevgiden dolayı değil menfaat icabı:
Çünkü hayatta kalmak için olmazsa olmaz bilgi ve tecrübeye yaşlılar sahiptir de ondan. (Anaerkin fil topluluklarında suyun yerini sadece ‘anaç fil’ bilir mesela.)
Acaba diyorum - varsa bir uzman bana cevap verse keşke - bu tür ataerkil toplumlarda, eskiler iktidarı kaptırmamak için bilgi ve tecrübelerini kıskanç bir şekilde gizler, sadece vakti geldiğinde (yani ölüme yakın) yerlerini alacak olana, o da gıdım gıdım aktarırlar da, bizim bu zaafımızın sebebi de bu mudur?
(Zaten, batının çekirdek aile düzenini benimsediğimizden beri, ailede ihtiyarlar da kalmadı.)
*
Yüksek sesle düşünüyorum, sebebini bilmiyorum, bilebilecek altyapıya sahip değilim ne yazık ki; ama (romancı ve hikayeci de çıkmayan) bu coğrafyada, bilgi ve tecrübemizi yeni nesillere aktaramadığımız aşikar.
Başbakan’ın dediği gibi çok da çalışsak, ki Allah için çalışıyoruz, biriktiremedikten ve aktaramadıktan sonra, neye yarar?
Ve ne yazıktır ki, elin adamı kargaları incelerken, bizim yüzümüze bile bakan yok.

Hürriyet-İK, 26.05.2013





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder