Yazar ve basın
ressamı Robert Graysmith,
Berkeley’de okuduğu günlerde Playboy’un kapağındaki bir çıplak sarışına
vurulmuş. Fotoğraflarını, hakkındaki haberleri kesip saklamaya başlamış. Bir
gün, bu güzel kadınla ilgili bir kitap yazacağına yemin etmiş.
Yarım yüzyıl sonra,
işte bu kitap çıktı (Ben yeni fark ettim daha doğrusu) : The Girl in Alfred Hitchcock’s Shower (Alfred Hitchcock’ın duşundaki
kız)
Marli Renfro |
Çünkü söz konusu ‘kız’, Hitchcock’un Psycho (1960) filminde, kült duş sahnesinde Janet Leigh’ın dublörlüğünü yapan (dublöz demem gerekirdi
biliyorum) Marli Renfro.
Janet Leigh’in
filmin bu en kritik sahnesinde dublör kullandığı duyulmasın diye, Renfro’nun
adı jenerikte bile geçmemiş. Oyuncu tek bir röportaj vermemiş. Platoda bir iki
kişi dışında bu gerçek herkesten saklanmış. Çekimde bulunanlar bile, Marli
Renfro’yu ‘esrarengiz sarışın’ diye
bilmiş ve hatırlamışlar.
Robert Graysmith,
2001 yılında radyo dinlerken, yıllardır izini sürdüğü sarışın kadının Psycho
filmindeki sahneye benzer bir cinayete kurban gittiğini öğrenmiş.
“Bir sevdiğimi kaybetmiş gibi oldum. Kimlik
kargaşası ve nekrofili temalarıyla bağlayarak hikayesini anlatmak istiyordum…”
diyor.
Sonuçta, 10 yılı
aşan çok ciddî bir araştırma yaparak (resmen ‘profiler’ gibi çalışması
gerekmiş) bu, gölgede kalmış oyuncunun hikayesini derlemiş.
Marli Renfro, Psycho’dan sonra, F.F. Coppola’nın ilk
filmi Tonight for Sure’da rol almış;
Playboy Club’da Hugh Hefner’in ilk tavşan kızlarından biri olmuş; Las Vegas’ta
bir kumarhanede dans etmiş...
“Bütün bir hayatın heyecanlarını sadece bir
seneye sığdırıp tabiata karışmış. Böyle ortadan kaybolması benim için hâlâ
muamma” diyor Graysmith.
Gölgede kalmayı
içine sindirmek zorunda kalanlar için her zaman hüzünlenmişimdir.
Ama gölgede kalmayı
kabul eden insanları da her zaman sevmişimdir.
*
Eveeet, şimdi de
zurnanın zırt dediği yere geldik:
Bir kültür-sanat
yazısını bir İK yazısına nasıl çevireceğiz?
Çevirmeyeceğiz.
Çünkü çeviremeyeceğiz.
Bu sefer de böyle
olsun, ne’delim.
*
Psycho’dan bahsettik; bir sahnesinde, Anthony Perkins’in canlandırdığı
psikopat Norman Bates “Hepimiz zaman zaman bir ölçüde deliyizdir”
der.
Geçenlerde
Babıâlî’nin son 40 yılını hatırlayan bir gazeteci bir anekdot anlattı.
Gazetenin emektar
çaycısı emekli olurken bir güle güle partisi düzenlemişler. Tabii ki illa bir
konuşma yap diye adamcağızı zorlamışlar.
Yaşlı çaycı lafa “Beni mahçup ettiniz, Allah da sizi mahçup
etsin” diye girip kısa bir teşekkür konuşması yapmış. Sözünü bir soruyla
bitirmiş:
“40 yıldır aklımda bir soru var, bir türlü
soramadım. Bugün son fırsat madem, sorayım. Hep manyaklar mı gazeteci oluyor,
yoksa siz buraya geldikten sonra mı kafayı yiyorsunuz?”
*
Gazeteleri okurken;
yakın ve uzak çevremizde yapılanları, yaşananları hayretle izlerken (gerçi
Türkiye’de artık hiçbir şeye hayret etmiyoruz ya), aynı soru hep benim de
kafamı kurcalıyor:
Bunlar hep böyle
miydi, yoksa o koltuğa oturduktan sonra mı kafayı yediler?
Hürriyet-İK, 23.03.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder