Kadriye Teyze’yi tanır mısınız?
Tanımazsınız. Darülaceze’de yaşar Kadriye Teyze. Tam yirmi senedir. İki oğlu,
bir de kızı vardır. Hadi canım sende, böylesine evlat mı denir. İki oğlan, bir
de kız doğurmuş Kadriye Teyze, ama onun çocuğu yok. O hâlâ var zannediyor.
*
20 sene önce, yağmurlu bir kış
akşamı, Darülaceze’nin kapısına terk edip gitmişler analarını. İstanbul’da bir
yerlerde yaşadıklarını biliyor a, “Madem
İstanbul’da yaşıyorlar, neden beni buradan çıkarmıyorlar?” diye sorabiliyor
yirmi sene sonra hâlâ kendi kendine. Ana yüreği işte, inanmak istemiyor.
Her bayram yeniden umutlanıyor
Kadriye Teyze. Otuz dokuz Bayram’dır gelmediler elini öpmeye, bu Bayram
belki...
Yine gelmiyorlar.
Halbuki, üstünden çıkarmadığı pamuklu
geceliğini atmış, başucundaki çelik dolapta “Bayram için” sakladığı basma entariyi giymişti bu sabah, yatak
komşusu rahmetli Emin’anımın ördüğü kırmızılı beyazlı hırkayı da geçirmişti
üstüne. Hani torunları da getirirlerse... Vardır vardır, torunları olmuştur
muhakkak. Kocaman olmuşlardır bile artık.
Bayram’ın birinci günü gelen giden
olmaz. “Kızım üşeniyormuş. Oğlumun da
eşi istemiyor beni. Torunlar da tanımazlar ki ninelerini...” diye dert
yanar dostlarına, çocuklarına bahane bulur, ümidini ikinci güne saklar.
İkinci gün de gelen olmaz. Üçüncü gün
de...
Göbeğine sis çöken Darülaceze
bahçesinde, çıplak çınarların altında soğuk banka oturur oturur, içinin
ürpermesi rutubetten midir, yüreğindeki hüzünden mi, artık bilemez.
O akşam yemeği boğazında düğümlenir
hep. Her bayramın sonunda olduğu gibi. İzmir köftesi soğur, ekmek içini sosa
banıp, dişsiz damağında ezerken, ağlamamaya çalışır. İstemez obürleri görsün
ağırına gittiğini.
Televizyonda Bir İstanbul Masalı’nı seyretmeyi çekmez canı bu akşam. Odasına
çıkar. Yatağına oturur, sarımtırak başucu dolabının bir türlü yerine oturmayan
çekmecesinden bir çizgili dosya kağıdıyla kalem çıkarır, bir mektup yazar
çocuklarına. Dizlerinin üstünde.
Bayramlarını kutlar, tek tek, önce
büyük oğlanla gelinin, varsa çocuklarının. Sonra kızıyla damadın, küçük oğlanla
hayırsız karısının. Onlara Darülaceze’deki tekdüze hayatından haberler verir,
ama dizindeki romanitzamı, afedersiniz küçük ihtiyacını giderirken yanma
yaptığını saklar, Bayram günü keyiflerini kaçırmanın ne alemi var! Derken,
cümlenin orta yerinde sitem ettiğini fark eder. Hazır kimse yokken ağlar biraz
kendi kendine.
“Evlatlarım,
sizleri çok özledim. Bari iyi olduğunuzu bilsem, bir haber gönderseniz...
Neyse, siz iyi olun da, Allah’ıma şükürler olsun, benim için üzülmeyin...
Gözlerinizden öperim!” diye bitirir. “Anneniz
Kadriye” diye yazar en altına.
Çocuklarına yazdığı bu kırkıncı
bayram mektubunu, sararmış diğerlerinin üstüne koyar. Adreslerini bilmez ki
göndersin.Soyunmaya mecali kalmamıştır, yatağına uzanır, yüzünü duvara doğru döner, ellerini dizlerinin arasına sıkıştırır, Allah’ına sitem eder biraz, bir “Rabbiyesir” okur mırıldanarak, iki damla göz yaşı akar yastık yüzüne, yumar gözlerini Kadriye Teyze...
Kurban Bayramı’na şurada ne kaldı!
(Bu Şeker Bayramı yazısı en az 10 yıllık. Kadriye
Teyze rahmetli oldu çoktan. Ama Darülaceze’de ve asıl kenarda köşede hâlâ
Kadriye Teyzeler yaşıyor. Hani derdiniz hayır dua almaksa gerçekten…)
*
* *
* *
(Bu da işin ‘bize her gün bayram’ kısmı...)
Küvet testi
Sağlık Bakanı şehrin en büyük akıl hastanesini
denetliyormuş. Başhekime sormuş:
- Bir insanın akıllı mı, deli mi
olduğuna karar vermek ne kadar zor, değil mi! Ağır bir vicdanî sorumluluk.
- Zor tabii, ama Sayın Bakanım sizin
memleket meseleleriyle ilgili kararlarınız kadar değil.
- Bir hastayı enterne etmeden evvel,
son kararı nasıl veriyorsunuz ?
- Son kararı vermek için ‘küvet testi’ uyguluyoruz Sayın Bakanım.
Banyo küvetini suyla dolduruyoruz. Hastaya bir çay kaşığı, bir kahve fincanı,
bir de tencere veriyoruz ve soruyoruz: ‘En
hızlı ve en zahmetsiz şekilde suyu boşalt bakalım!’
- Haa anladım, deliyse kaşıkla yahut
fincanla boşaltmaya çalışıyor, akıllıysa tencereyi kullanıyor...
- Hayır efendim, akıllılar genelde ‘Tıpayı çeksek olmaz mı?’ diye
soruyorlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder