Bizde kadının
yaşı gibi, erkeğin maaşı sorulmaz.
Maaşlar
arasında öyle derin, öyle haksız bir uçurum vardır ki; tepe yöneticiler
(çalışanlarına ne ödediklerini de bildikleri için zahir) aldıkları maaştan
utanırlar; patronlar, üç kuruşa çalıştırdıkları ücretliler isyan eder diye
korkarlar; neticede Türkiye’de kimin ne kazandığı konusu tabudur. Onun için
Türkiye’de yöneticilerin kazancı haber konusu bile olmaz.
Halbuki Batı
ülkelerinde, özellikle de kriz ve işsizlik döneminde, büyük şirket
yöneticilerinin dudak uçurtan kazançları bitmeyen bir tartışma konusudur.
2008’de iflas ederek dünya ekonomisini sarsan bankaların yöneticilerinin bu
başarılarına karşılık aldıkları milyonlarca dolarlık stock options ve primler
insanları isyan ettirmişti.
2014
haziranında Journal of Financial Economics’te Clemens Otto imzalı
bir makale yayımlanmıştı. Yönetici ne kadar çok kazanırsa, o kadar karamsar
oluyor, diyordu.
Yönetici
zenginleştikçe, geleceği daha karanlık görüyormuş. (Konuyla ilgisi yok ama
aklıma çok sevdiğim bir Arap atasözü geldi: “Geleceğe kahve falından bakıyorsan,
karanlık olmasına şaşmayacaksın!”)
Otto, 2.559
Amerikan şirketinin CEO’larının 10 yıllık (1996-2005) kazancını incelemiş. Aynı
zamanda, her birinin ‘iyimserlik derecesi’ni iki parametre kullanarak
ölçmüş:
(1)
Yöneticilerin stock option’larını ne hızla ellerinden çıkardıkları (yönetici ne
kadar kötümserse o kadar çabuk satıyormuş).
(2)
Yöneticilerin bir sonraki yıl için yaptıkları hisse başına kâr tahminleriyle
gerçek rakamların karşılaştırılması.
Bu kriterlere
göre ‘iyimser’ kategorisine giren (yani stock option’larını hemen realize
etmeyen ve/veya tahminleri tutmayan yöneticiler) daha az para kazanıyormuş.
Otto, içine
sinmemiş, bu yöneticilere sormuş, “Tahminlerinizde çok uçmanın bir olumsuz
sonucunu gördünüz mü?” Hayır. “Yöneticinin kazancının zekâ veya aptallık
derecesiyle bir ilişkisi yok. Kötü ve yanlış karar vermenin bir cezası yok”
diyor. (Bunu keşfetmek için de öyle araştırmaya falan gerek yok. Kötü
yöneticilerin daha makbul olduğunu ben ampirik yöntemlerle söyleyip duruyorum.)
Demek ki, sermayedarın
menfaati şirketin başına iyimser bir CEO getirmek, öyle mi?
Öyle de
değilmiş. Clemens Otto bu soruya da HEC Knowledge’te cevap vermiş:
“Aşırı
iyimserliği mantıksız kararlar vermesine sebep olan CEO, mesela bir şirket
alımı söz konusu olduğunda, bu şirketin kârlılığını veya potansiyelini
abartabilir. Bu yüzden şirketine, tedbirli olduğu için daha az kâr beklentisi
olan bir şirketi satın alacak olan kötümser CEO’dan çok daha pahalıya mal
olabilir.”
Meslektaşım Annie
Kahn, Le Monde’daki (bu yazıdaki bilgilerin de kaynağı olan)
makalesinde şöyle diyordu:
“Demek ki,
yönetim kurulunun yahut icra kurulundaki diğer yöneticilerin, CEO’nun aşırı
iyimserliğini/kötümserliğini dengelemesi gerekir.”
Ahhhh be
ablacığım, işte o söylediğin de ne yazık ki bizde mümkün değil.
Bizde patrondan
farklı, hele hele zıt bir CEO; CEO’dan farklı bir icra kurulu üyesi, tepe
yönetici düşünülebilemez. (Elbette istisnalar var. Ama onlar ilginç değil.)
Patron kendi
gibi düşünen (düşünmese bile kendisi gibi konuşan) bir CEO ile çalışmak ister.
(CEO da böyle yöneticilerle...)
CEO patron gibi
düşünmeyi (düşünmese bile konuşmayı) bilenler arasından seçilir. (Yönetici de
CEO gibi konuşanların arasından…)
Yani
atalarımızın dediği gibi…
CEO patrona
baka baka kararır.
Yönetici
yuvarlanır CEO’sunu bulur.
Hürriyet-İK,
11.01.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder