31 Aralık 2012 Pazartesi

Dizilere ne mi oldu?


Radikal-2’de Meriç Demiray, “Dizi sektörünün üzerinde kara bir bulut dolaşıyor. Yeni diziler reyting alamıyor, eskiler seyircilerini kaybediyor. Yapımcılar tüm cesaret ve inisiyatiflerini kaybetmiş, ‘format’ peşinde. Sorun ne? Ne oldu?” diye soruyordu. (16 Aralık) Ve sorunu özetle şu hatalara bağlıyordu:

1. Reyting alıyor ve en çok son bölümleri izleniyor diye diziler uzadıkça uzadı.
2. Uzatılan süre ‘duran hikayeler’ ve ‘sessizlik’le doldurulunca dizilerin temposu yavaşladı.

3. Uzun çalışma saatleri ve kalitesiz mal sebebiyle deneyimli ve kalifiye insanlar (yazarlar, senaristler vd) kaçtı.
Ben uzman değilim, zaten çok kötü bir televizyon seyircisiyim, ama Türk kanallarını hiç görmüyorum. Çünkü bu kadar ‘aptal yerine koyulmak’ haysiyetime dokunuyor. Televizyonun karşısına geçebilecek en geri zekalı ve en ilkel homo televizyonus’u hedefleyen yayımları (hatta Reha Muhtar’dan beri haberleri) izlemeyi kendime olan saygım yüzünden reddediyorum. Gene de, Pierre Desproges’un esprisiyle ‘hiç televizyon seyretmiyor olmam televizyonlar hakkında bir görüşüm olmasına engel değil’.

Şu kadarını ben bile hatırlıyorum: Asmalı Konak’la başlayan (Mart 2002) ‘dizi furyası’ndan önce de benzer bir ‘yarışma çılgınlığı’ yaşanmıştı. Gene bütün kanallarda sabahın köründen gece yarılarına kadar yarışmadan başka şey yayımlanmaz olmuştu. Rekabet yüzünden fahiş fiyatlarla yurdışından satın alınan yarışma formatları aynı ucuz mantıkla bozulmuş, sakız gibi uzatılmış, ucuza mal etmek için sorulara ve içerik kalitesine para verilmemiş, adam gibi profesyoneller yerine uyduruk dizilerde yahut Biri Bizi Gözetliyor tipi teşhirci-röntgenci programlarında ‘ünlü’ (!) olmuş cahil-cuhelaya sundurulmuş ve sonunda yarışmalar da seyredilmez olmuştu.
Yukarıdaki paragrafta yer alan ‘yarışma’ kelimesini ‘sitkomlar’la, ‘kadın programları’ (yahut ‘gelin kaynana programları’) ile, hatta genelleyip ‘reality show’larla değiştirebilirsiniz.

Şimdi unuttuk ama böyle çok ‘furya’mız oldu bizim. Hepsinin de sonu aynı. Ve ne acıklıdır ki… hepsinin sonunu getiren sebepler de aynı:
1. Sürü psikolojisi: Herhangi bir kanalda başarılı bir program yayımlanınca (ki tek başarı ölçüsü reyting olan bir memlekette televizyonlarda kalitenin sürekli aşağı çekilmesi kaçınılmaz) en arsız ve yüzsüz şekilde taklit etmek; (‘Sürü psikolojisi’ deyince sadece ‘koyun gibi öndekinin peşinden gitmek’ anlaşılıyor, oysa sürü halinde yaşamak bir savunma yöntemidir. Zebralar, impalalar, gnular, antiloplar ‘kalabalığın içinde saklanarak’ düşmanlarından korunmaya çalışırlar. Kendi formatlarını ve şöhretlerini yaratama becerisi ve cesareti olmayan, sadece yurtdışından format satın almakla ve birbirini taklit etmekle yetinen, herkesin yaptığını yaparak korunmaya çalışan pek çok televizyon yöneticisi gibi.)

2. Tutan programın b.kunu çıkarmak: Bir program iyi gidince bütün kanallarda, her saat öğğğh dedirtene kadar çoğaltmak;
3. Reklamın b.kunu çıkarmak: İnsanların dizileri internetten reklamsız izleyebildiği bir çağda, diziyi bir türlü bitmeyen reklamlarla zırt pırt kesmek; yasakları delerek reklam yayımlamak için mümkün her türlü çakallığı yapmak;

4. Seyirciyi aptal yerine koymak: Türk seyircisini seyrettiğini anlamayan geri zekalı yerine koyarak (ki bir noktadan sonra ‘bu seyirci’ bile bıkıp seyretmez oluyor) program içeriklerinin (a) kalitesini sürekli düşürmek (b) tempoyu sürekli düşürmek; (c) diziyi özet-önceki özet-sonraki özet-tekrar diye 3-4 kere yayımlamak; (d) Her bölümün final sahnesinden önce 5 dk reklam seyrettirip son sahneyi lak diye kesmek, vesaire vesaire...
Televizyon dizileri bahane:

Kendini uyanık, herkesi aptal zannetmek; geçerli kuralları ‘birlikte ve birbirine saygı içinde yaşamak’ için lazım uygulamalar değil, engel hatta işine gelince (emniyet şeritleri gibi mesela) kurallara riayet eden ‘enayilerin’ önüne geçmek için fırsat gibi algılamak; arsızlık ve yüzsüzlük; neyin, nerede, ne kadar, nereye kadar yapılacağını bilmemek; ucuza ve kolaya kaçmak, ucuz adamla çalışmak; günü ve kendini kurtarmaya çalışmak...

Televizyon toplumun aynasıdır!


Hürriyet İK - 30.12.2012

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder