21 Eylül 2014 Pazar

Son ütücü

Project Management Institute’un (PMI) düzenlediği Proje Yönetim Zirvesi 2014, İstanbul’da İTÜ Maçka’da 19 ve 20 Eylül günleri yapıldı. (Gerçi bugün daha günlerden cuma, ‘yapılacak’ demem lazım ama; siz bu yazıyı pazar okuyacaksınız ya... İnce hesaplar!)
Bu senenin teması: DEĞİŞİM.

Murat (Nejat Murat Erkan - PMI Türkiye İletişim Direktörü ve PY Zirvesi Proje Yöneticisi) “Serdar abi, konuşmacılarımızdan biri de sen olursan çok sevinirim!” dedi, akan sular durdu, bu garip de kendini böyle önemli bir organizasyonda ‘son konuşmacı’ olarak buldu.
Aslında bu senaryoda ‘garip’ ben değilim, bir cumartesi öğleden sonra, Boğaz kenarında oturup çayını içeceğine beni dinleyenler ama, uyandırmayın!

Son konuşmacı’ lafını duyunca, benim gazetedeki çocuklar çok güldüler: 
- Son ütücü gibi bir şey mi oluyo’ bu abi? Wu ha ha!

Allah’tan ‘son kafa ütüleyici’ esprisi akıllarına gelmedi de, ya da geldi ama yemedi de, ses etmedim. Şu kadarını hatırlatmakla yetindim:
“Burcu’nun (Özçelik Sözer) yaptığı haberi unuttunuz mu? Şöyle diyordu haberde: ‘... son ütücüler tekstil piyasasının en çok aranan elemanlarındandır. Görevleri ürünün paketlenmeden önce son ütüsünü yapmaktır. Üründe varsa hataları görüp geri gönderirler. Ürüne son şeklini veren (ve son kalite kontrolünü yapan) son ütücüler olduğu için yaptıkları iş şüphesiz çok önemli. Onlar ürüne estetik katan insanlardır aslında. Ne der meşhur halk deyişi? “Elbiseyi gösteren ütüdür.”

Tabii bu son deyimi duyunca iyice koptular, lafın gerisini getirmek mümkün olmadı...
*

Son konuşmacı olarak varsa ufak tefek hataları düzeltmek, zirveye son şeklini vermek, son kalite kontrolünü yapmak bana düşmez de; iki günlük bu verimli görüş alışverişinde benim de tuzum olması fikri beni çok heyecanlandırdı.
Ben de bu vazife bilinci ve gazla... pişmiş aşa su katmak, ortalığı karıştırmak, konuyu saptırmak, dinleyicilerin sabrını taşırmak fırsatını kaçırmadım.

Eeee, bile bile çağırdılar beni!
*

Şaka bir yana...
Bu çok önemli (proje yönetimi konulu) zirvede - neden bence çok önemli, önce onu söyleyeyim, çünkü biz Türkler ‘organizasyon özürlü’ bir milletiz. Hep derim ya ‘Türkçe’de organizasyon kelimesinin karşılığı yoktur, çünkü Türkler’in kafasında böyle bir kavram yoktur ki, bunu ifade edecek bir kelimeye ihtiyaç duysunlar!’ Proje ve asıl değişimin yönetimi, Türkler’i ‘organizasyon’ (ve hatta bir sonraki adımı, koordinasyon) ile tanıştırdığı ve bir yöntem önerdiği için çok önemli.

Evet, bu çok önemli zirvede, onca akademisyen, eğitmen, yöneticiden sonra, zurnanın son değili sıfatıyla, proje yönetimi ve değişim konusunda şeytanın avukatlığını yapmaya çalıştım.
Mesela, Türkiye’de değişim konusunda en yaygın stratejiler şunlardır, dedim:

1- Hiçbir şey değişmesin diye değiştirmek
2- Değişmezsen değiştirirler

3- Hiçbir şey yapmamak
4- Laf olsun diye değişmek / değişir gibi yapmak

Ve aslında olması gereken stratejiden söz ettim:
5- Dünyayı / hayatı daha yaşanılır hale getirmek için değişmek.

*
Bana ‘büyük bir proje nasıl yönetilir, değişim nasıl başarılır?’ diye sorarsanız, benden önce dinlediğiniz uzmanlardan sonra, haddimi bilir ve susarım. Ama ‘büyük bir proje nasıl kötü yönetilir, değişim nasıl ele yüze bulaştırılır?’ derseniz, size söyleyecek çok şeyim var, dedim. Mesela:

1- Bir numaralı / en yaygın çuvallama sebebi ‘neyi niye değiştirmek istediğini bilmeden’ değişime kalkışmak
2- Sonra, yukarıda saydığım ve daha bismillah derken başarısızlığı garantileyen değişim stratejileri

3- Ayağı yere basmayan, umutsuz ve nafile projeler
4- Yönetici ve çalışanların proje ve değişim yorgunluğu / bıkkınlığı / yılgınlığı / yalamalığı

5- Ama asıl ve bütün ‘başarısızlık öyküleri’nin ortak paydası: İNSAN
Değişimin değişim olması için değişmesi gereken insandır. Ama en zor değişen de gene insandır.

Oysa biz Türkler, birey olarak, aile / toplum yapısı olarak, eğitim sistemi olarak...
- birlikte yaşamaya, birlikte hareket etmeye, birlikte başarmaya

- kendimizi, iş yapış biçimimizi, yaptığımız işi ve aldığımız sonucu sağduyu ve serinkanlılıkla sorgulamaya
- eleştirileri dinlemeye

- ve değişmeye hazır değiliz.
Biz (öz- dahî olsa) eleştiriyi ‘küfür’ ve değişimi ‘zaaf ve mağlubiyet’ gibi algılarız.
Hasılı biz de değişiyoruz değişmesine de, Banker Bilo filmindeki Maho’nun (Şener Şen) dediği gibi, “Değiştim, değiştim ama hele bi’ sor: Niye değiştim?


Hürriyet-İK, 21.09.2014
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder