8 Şubat 2015 Pazar

Hiiiiç ağlama!


1980’li yıllarda halamın kırtasiyeci dükkanında tezgahtar olarak çalışan bir genç vardı. Askerde benim aşçımdı, terhis olunca peşimden İstanbul’a gelmişti. Bir gün maaşının yetmezliğinden yakındı. Ben de - klasik - dükkanın para kazanmadığını, bir satış elemanına ancak bu kadar ücret ödeyebileceğini söyleyince, 30 yıldır unutmadığım bir cevap (ders) verdi bana:

Patron; siz para kazanmayı bilmiyorsunuz diye ben bu maaşla yetinecek değilim.
*

Ücretli çalışmanın ‘köleliğin modern şekli’ (yahut kapitalizmin köleliğe bulduğu, kamu vicdanını nispeten rahatlatıcı bir alternatif) olduğuna; çalışanın her koşulda emeğinin sömürüldüğüne inanan bir gençliğin içinden geldiğim için; üniversiteyi bitirdiğimde (biraz da, çelişkili ama, daha önce anlatmıştım, okuduğum bazı kitapların etkisinde kalarak) ‘kendimin patronu’ olmayı hayal etmiştim.
Ancak beni sadece kendi emeğimle geçindirecek bir sanatım veya zanaatim olmadığı için (ki buna hâlâ yanarım) insan çalıştırmam gerekeceğinden, en azından iyi bir patron’olmaya, insan kalmaya kararlıydım.

Uzatmayayım, 15 yıl kadar zorladıktan sonra (1980’li yıllarda Türkiye’de bugünkünden beter bir vahşî kapitalizm hüküm sürüyordu) anladım ki, o günün şartlarında, hem işadamı olmak hem adam olmak kolay değildir. Benim harcım değil en azından. Birincisinden umudu 1990’da kestim, ikincisi için hâlâ debeleniyorum.
*

Bunları, geçenlerde gece vakti gelen bir e-postayı okurken düşündüm.
V., sahibi olduğu şirketi 2001 krizinde kapatmış ve profesyonel yönetici olarak çalışmaya başlamış. Yaşadığı sıkıntıları anlattığı uzun yazısını şu cümleyle özetliyor:

Yani Serdar Bey, 13 yıldır profesyonel yöneticiyim ve şimdiden patron olsun, CEO olsun, sizin dediğiniz gibi diğer C-BilmemNe olsun, başkalarının başarısızlığının, beceriksizliğinin, yetersizliğinin, yeteneksizliğinin, aptallığının cezasını ödemekten bıktım…
V. haklı, haklı ama, ücretli çalışmanın (birinin dediği gibi) fıtratında vardır bu.

Adam gibi yönetilen bir şirkete denk gelirsen ne âla. Ama azdır.
Genelde; ekonominin ve/veya sektörün gidişatını doğru okuyamadığı ve gerekli önlemleri alamadığı için pazar payı, cirosu, kârı düştüğünde; aklına ilk ve tek tedbir olarak adam kovmak, sıfır zam yapmak, çalışanın yemeğinden, çayından, tuvalet kağıdından kesmek gelen; yani çalışanı şirketin kârına değil, sadece zararına ortak eden beceriksiz ve yeteneksizlerin yönettiği şirketlere denk gelme olasılığı istatistik açıdan çok daha yüksektir.

Hasılı, sevgili V., sen kendi beceriksizliğinin ve başarısızlığının cezasını (hemen itiraz etme, bak kendin söylüyorsun, iş kurmuş ve yüzüne gözüne bulaştırmışsın), başkalarının beceriksizliğinin ve başarısızlığının cezasını ödeyerek çekeceksin.
Sartre’ın dediği gibi ‘cehennem ötekilerdir’.

Sartre, Gizli Oturum’un temasını oluşturan bu ‘kült’ cümlenin yanlış anlaşıldığından yakınır ve ne demek istediğini açıklarken şöyle der: 
Ve dünyada, başkalarının değerlendirmesine  (yargısına, kanısına, kanaatine, kararına, sağduyusuna) fazlasıyla bağımlı oldukları için cehennem hayatı yaşayan çok insan vardır.

Üstelik sen, V., kaptanın ehliyetsiz olduğunu, dümeni kamarotun birine emanet ettiğini, çarkçıbaşının da olup bitenleri seyrettiğini gördüğün anda ve halde, gemiyi terk etmeyi bile becerememişsin.
Şimdi hiiiiç ağlama…



Hürriyet-İK, 08.02.2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder