Çok mu tekrarladım bilmem ki?
Yoksa size sözünü etmedim mi?
Bireysel-girişimci boyunu aşmış ama patron-şirketi olmaktan kurtulamamış ebattaki (yani kurumsallaşamamış) şirketlerin önemli bir zaafı da budur:
İyi yapılan iş mükafatlandırılmaz, kötü yapılan iş cezalandırılmaz.
*
İnsanevladı bizatihi, yeteri kadar takdir edilmediğine / hakkının yendiğine / hak etmeyenlerin kayrıldığına inanmaya teşnidir.
Ama Türk modeli şirketlerde patron ve yöneticiler (özellikle iyi yönetici kriterlerine göre değil, başka saiklerle göreve getirilmiş olanlar, ki sayıları çoktur) isteseler de iyiyle kötüyü / çalışanla gibi yapanı / işin verimliliği ve etkililiğiyle görüntü ve gürültüsünü birbirinden ayırmaktan acizdirler. Yapılan işin bile doğru dürüst farkında olmadıkları vakidir. Örnek verebilirim. Hayır veremem.
Bu yüzden etkili olanlar yetkili değildir. Yetkili olanlar etkili değildir.
Çalışanın motivasyonu bozulur. Kimse sorumluluk almak istemez.
Münhal bir günah keçisi yoksa (bakınız 30 Eylül tarihli yazı) şirkete ve, daha vahimi, çalışanlara çok pahalıya mal olan hataların sorumlusu yoktur.
Kimi şirketlerde patron ve/veya yöneticiler, en yanlış kararı almak, en yanlış adamı seçmek, en hak etmeyeni taltif ve terfi konusunda takdire şayan bir sebat ve süreklilik gösterirler…
Diyerek tehlikeli sulara girmeyelim.
Ki tehlikeli laf etmemenin her zaman en sağlam yolu ‘felsefe yapmak’tır.
Kimse anlamayacağından (“Bir filozof için anlaşılır bir şey yazmak intihar demektir” der Bertrand Russel) kimse alınmaz.
*
Hannah Arendt’e göre ‘modern sorumluluk krizi’nin en iyi örneği Yahudi soykırımının baş aktörlerinden Adolf Eichmann’dır.
Günther Anders ise başka bir örnek önerir: Binbaşı Claude Eatherly.
Hava durumu keşfi yapıp, Hiroşima ve Nagazaki’ye bomba atacak uçaklara kalkış için yeşil ışık yakan pilot binbaşı Claude Eatherly.
Anders onu ‘atom çağının ilk suçsuz suçlusu’ diye tanımlar.
Eatherly sonradan rüyasında yanmış cesetler görmeye başlar. Ağır bir suçluluk duygusuna kapılır. ‘Ulusal kahraman’ imajından kurtulmak ve ‘nihayet’ suçlu muamelesi görmek için para istemeden banka, postane filan soyar. İki kere intiharı dener, beceremez. Sonunda, Amerikan ordusu Eatherly’yi deli diye kapatmanın ve susturmanın yolunu bulur.
Özetle, 6 milyon insanın ölümünden sorumlu nazi subayı Adolf Eichmann ‘dev bir ölüm mekanizmasının bir parçasından ibaret olduğunu ve sadece emirlere uyduğunu’ iddia ederek suçunu kabul etmezken;
280 bin insanın ölümünde payı aslında ‘hava durumu raporu vermek’ten ibaret olan Amerikan subayı Claude Eatherly vicdanî açıdan en büyük tehlikenin söz konusu mekanizmanın kendisi olduğunu söyleyerek ‘sorumlusu olmadığı bir suçu’ üstlenmek için her şeyi dener.
*
Kimse anlamasın diye felsefenin dozunu mu kaçırdık?
O zaman, Hürriyet İK’nin bugünkü kapağına (yani ‘adam gibi işten çıkarmayı bilmek’ konusuna) bağlayarak Turgut Özal gibi ‘açık ve net’ söyleyeyim:
Ey kötü yönetilen şirkette kötü yönetici olarak çalışan sen, ‘Ben emir kuluyum, ben de sizin gibi sistemin kurbanıyım’ diyerek, belki hukukî sorumluluktan kurtulursun ama, vicdanî sorumluluktan sıyrılamazsın.
Jérome Ferrari’nin bir kahramanı, eski bir toplama kampı mahkûmu “Savaş, insana saygıya engel değildir” der. “Aksine böyle anlarda, özellikle de böyle anlarda, insan, insan kalmayı bilmeli…”
Şirketler çalışanlarını işten çıkarabilir. Bazen bu, kriz dönemlerinde, travmatik bir sürece dönüşebilir.
Yönetici, özellikle de insan kaynakları yöneticisi (sen ‘insan’ değilsen nasıl ‘insan kaynakları yöneticisi’ olacaksın ki?) işte asıl bu durumda ‘insan’ olduğunu hatırlamalıdır.
Korkak İK’cıdan iyi İK’cı olmaz...
Önemli not: Bunları söylerken aklımda kimse yok. Özellikle de çalıştığım şirketin veya grubun insan kaynakları yöneticilerine laf ediyorum sanılmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder