22 Aralık 2013 Pazar

Yaşamak için çalışıyorsan, çalışmak için ölme...


Ön not : 

Bir mazeretim sebebiyle yazıyı yayına ancak bu saatte koyabildim. Özür diliyorum...


Karıncaların çoğu steril dişi işçilermiş. Bunlar hayata bakıcı olarak atılır (böylece konuyu İK'ya da bağlamış oldum), yani önce kraliçenin, larvaların ve yavruların bakımıyla görevlendirilirmiş. Sonra yuvanın inşasında ve bakımında; hayatının son döneminde ise yuvanın savunması ile yiyecek bulma işinde çalışırlarmış. Karıncalarda göreve göre kast sistemi varmış. Yani her işçi, hayatının farklı dönemlerinde sırasıyla farklı kastların üyesi olurmuş.

Bir dişi karınca, türüne göre, 3 hafta ila bir yıl arasında yaşarmış. (Kraliçe karınca çok daha uzun ve ekmek elden su gölden yaşıyormuş tabii ki.)

Bu arada ilginç bir not:

Erkek karıncaların ömrü çok kısaymış. (İnsanın erkeği gibi) Kendi kendilerine beslenemedikleri için dölleme görevini yerine getirdikten sonra, demek ki artık ihtiyaçları kalmayan dişilerce bakılıp beslenmediklerinden, ölüp giderlermiş. (İnsanın dişisi bu bakımdan daha hakşinas şimdi, hakkını verelim!)

*

Arı kovanı da, tıpkı karınca yuvası gibi, bağımsız bireylerin birlikte yaşadığı bir yer değil; organize bir toplumdur. Toplum dediğimiz, aynı türden ve işbirliği yaparak hayatta kalmak üzere bir araya gelmiş ve organize olmuş bireyler bütünüdür. Bir toplumda bireylerin bir arada hayatını (dolayısıyla toplumun varlığını) sürdürebilmesi için, aralarında kusursuz bir iletişim olması ve ‘toplu zekâ’ ile karmaşık sorunların çözülebilmesi gerekir. (Toplu zeka olmadığı içindir ki biz hâlâ 'toplum’ olamıyoruz, ‘sürü’ olarak yaşamaya devam ediyoruz.)

Arılarda, karıncalardan farklı olarak, kast yoktur. İşler, her birey tarafından sırayla yerine getirilir.

Sayıları birkaç yüzü geçmeyen erkek arılar (ömrü hayatında bir kere çiftleşen) kraliçeyi döllemek dışında, kovanı havalandırma işine de bakarlar. (Ve erkek karıncalar gibi kendi başlarına karınlarını doyuramazlar.)

Karıncalar gibi, işçi arılar da yaşları ilerledikçe iş değiştirirler ve daha çok tecrübe gerektiren, daha karmaşık görevleri üstlenirler. Böylece bir dişi-işçi arı yaşamı boyunca (çiftleşmek ve yumurtlamak dışında) kovandaki bütün işleri yapmış, her tecrübeyi yaşamış olur. Özetle, bir işçi arının ömrü (sırayla) şöyle geçer:

• Ömrünün ilk 3 gününde temizlik yapmakla, petekleri temiz tutmakla;

• Sonra bakıcılıkla, yani larvaları ve kraliçe arıyı beslemekle;

• Sonra, gene temizlikle (ama bu kez kovanı temiz tutmak, içeride ölen arıları dışarı atmak vs) ve taşımacılıkla (toplayıcı arıların getirdiği polen ve nektarı taşımak, dağıtmak vs);

• Ardından, petekleri inşa ile;

• Sonra, kovanın kapısında bekleyip düşmanları, özellikle de eşek arılarını savmakla;

• Ve nihayet, hayatının son ve en uzun evresinde ise toplamacılıkla, yani kovandan uzaklara uçarak polen ve nektar toplamakla…

İnternetten edindiğim bilgiye göre bal arıları ortalama 6 ay yaşarmış.

Salı akşamı bir yabancı kanalda izlediğim belgeselde ise ‘kara arı’ denilen bir türden bahsediliyordu. Doğru anladıysam eğer, bu tür sadece 30 güncük yaşarmış. Son günleri, petek ve polen toplamak için bazen günde yüzlerce seyahatle geçen yaşlı arı, yolda bitkinlikten düşüp ölürmüş.

Ve, sıkı durun, kısacık hayatı harıl harıl (arı gibi) çalışmakla geçen kara arının, bir ömür boyu yaptığı bal... 7 gramdan ibaretmiş.

*

Peki Serdar, Hürriyet İK’da okuduğumuz bu yazıdan bizim nasıl bir sonuç çıkarmamızı istiyorsun?” derseniz, bir iki öneride bulunabilirim size:

1.İnsan toplumuyla karınca ve arı toplumlarının aslında ne kadar birbirine benzediği; birlikte ve ortak bir hedefe varmak için nasıl uyum içinde yaşayabileceğimiz ve çalışabileceğimiz konusunda bu sosyal böceklerden öğrenecek ne çok şeyimiz olduğu, falan filan...

2.Mesela kast sistemi (departman, bölüm vs) olsun olmasın, bir bireyin yuvadaki-kovandaki (şirketteki) her bölümde sırayla çalışabileceği; yaşı ilerledikçe (eskidikçe) ve tecrübe kazandıkça daha karmaşık görevleri üstlenebileceği ve bunun da en verimli iş bölümü olduğu;

3.Her 3 türde de (karınca, arı ve insan), erkeğin – ömrü hayatında bir iki kere döllemek dışında – aslında bir halta yaramadığı; karnını doyurmak için bile dişiye muhtaç olduğu...

4.Ancak insanın dişisin, karınca-arı hemcinslerinden çok daha becerikli olduğu, çünkü hem ana karıncanın ve arı beyinin, hem de işçi arının yaptığı bütün işleri tek başına yapmayı becerdiği... (Yani hem çiftleşmek ve doğurmak; hem de çocuklara bakmak, alışveriş yapmak, yemek yapmak, temizlik yapmak vs; ve tabii bu arada kendine bakmaktan aciz erkeği de yedirmek, içirmek, giydirmek…)

5.Bu arada, bal deyip geçtiğimiz şeyin böyle bakılınca ne kadar kutsal; her gramının aslında ne büyük bir emeğin, fedakârlığın ürünü olduğu ve bunun aslında her emek - her hayat için geçerli olduğu...

6.Bunları yazarken yazarınızın beyninin bir yarısının “Ulan Serdar sen de arı gibi çalışmaktan öleceksin ve bir ömür ürettiğin, bir kenara koyduğun bir tutam balı geçmeyecek” diye kendi kendine söylendiği...

7.Ve tabii söz baldan açılmışken, birileri Tuco’nun lafını (*) dinlemeyip (eşek gibi diyecektim az kaldı) arı gibi çalışırken, bal tutanların değil parmağını, tuttuğunu yaladığını...



Hürriyet-İK, 22.12.2013








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder