Geçenlerde Şeyda (İpek Baykal) dertleniyordu:
‘Yazılarınıza konu ettiğiniz bütün bu olumsuzluklardan, eleştirdiğiniz tutumlardan ve insanlardan ciddi ciddi etkilenmiyorsunuz, değil mi Serdar Bey?’
Bir yaşam koçu arkadaşım da şaka yollu aynı şeyi sordu:
‘Bu öfke bünyeye zarar vermiyor mu?’
*
Sabah, uzun bir aradan sonra araba kullanarak Hürriyet’e gelirken, kuralları delmeyi, başkalarının hakkını çiğnemeyi, terbiyesizlik etmeyi, hasılı öküzlüğü ‘hak ve ödev’ ve ‘uyanıklık’ zanneden geniş ‘seçmen kitlesi’ ile 45 dakika geçirince (ve ortalıkta, canavar düdükleri ve selektörlerle emniyet şeridinde kendine yol açmaya çalışan ve muhtemelen emniyet amirinin okula geç kalmış çocuğunu yetiştiren bir polis aracından başta yetkili görmeyince) kızayım mı, adam sende mi diyeyim, güleyim mi, tereddüte düştüm ve bu sözler geldi aklıma.
Demek ki Gamlı Baykuş olduğum yetmemiş, Asabî İhtiyar imajı da yerleşmeye başlamış.
(Sağa sola kakırdığım için... diyecektim. ‘Kakırmak’ ne anlama geliyor diye sözlüğe baktım, Türkçe özürlü TDK ‘balgam çıkarmak’ diyor. Böyle bir kötü alışkanlığım yoktur neyse ki. Yunus, ‘Vara yoğa kakırsın sen derviş olamazsın’ derken ‘öfkelenirsin, söylenirsin’ anlamına kullanır bu fiili, balgam çıkarmak anlamına değil.)
Hemen söyleyeyim:
Hayır, kızmıyorum, sövüyorum ama gerçekten sinirlenmiyorum.
Çok şükür, geride bıraktığım 50 senede ciddiye alınması / adam yerine koyulması gereken insanlarla diğerlerini ayırmayı öğrendim.
Yüzüne tükürdüklerimin bundan alınmak yerine böbürlendiğini gördüm.
Hiç olmazsa bunu öğrendim.
Türkiye’de yaşamak için alışacaksın.
Ne yapayım, benim insanlarım böyle.
Atamazsın satamazsın.
İlkellik öyle şeeere inmekle, apartmanda oturmakla, pahalı arabalara binmekle kurtulabileceğin bir illet değil.
Hatta diploma bile nafile.
Genlere işlemiş kötü alışkanlıklar bir iki nesilde değişmiyor.
Gelişmek öyle şıppadanak olmuyor, çok zaman alıyor.
‘O zaman niye debeleniyorsun a Serdar?’ diyeceksiniz.
*
Uzaylılarla sonunda iletişim kurulmuş, karşılıklı tanışma, inceleme çalışmaları başlamış. Konu üremeye gelince, uzaylı doktorlar bir kadından kan alıp tüpe koymuşlar, bir solüsyonla karıştırmış, çalkalamışlar, bir iki dakika sonra bebek ortaya çıkmış.
Sıra gelmiş bizimkilere. İki gönüllü denek bulunmuş, laboratuvarın boş bir odasına kapatılmış, ve uzaylı doktorların şaşkın ama sabırlı bakışları altında, gerekli işlem tamamlanmış.
İki denek odadan çıkarken, uzaylı misyon şefi bizimkilere sormuş:
-Eee bebek nerede?
-Bizde öyle şıppadanak olmuyor bu iş... Dokuz ay kadar beklemek gerekiyor.
-Ohooo, demiş uzaylı doktor, madem bu kadar beklemek gerekiyordu, deneklerinizin o telaşı, o çırpınması niyeydi öyle?
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 23.01.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder