1996’da Tansu Çiller’in Başbakan, Necmettin Erdoğan’ın Başbakan Yardımcısı olduğu (ne felaketler gördü bu memleket!) hükümete sunulan, MGK’nın Kürt Raporu’nda şöyle bir tespit ve bir öneri varmış:
‘Böyle giderse 2010 yılında nüfusun yüzde 40’ı, 2025 yılında ise yarısı Kürt olacak. 2025’ten sonra Kürtler Meclis’te anayasayı değiştirecek çoğunluğu ele geçirecekler... İleride vahim sonuçlar doğmaması için 3 çocuktan fazla yapanlara cezai müeyyide getirilmeli; çocuk sayısı az olanlar ise teşvik edilmeli.’
Bakanlar Kurulu’na gelen bu rapor, kendi de Kürt olan Devlet Bakanı Salim Ensarioğlu’nun itirazı üzerine MGK’ya iade edilmiş. (Ömer Şahin’in haberi, Radikal, 11 Aralık)
Kürt nüfusunun Türk nüfusunu geçeceği ve Kürtler’in demokratik yoldan Türkiye’yi ‘ele geçireceği’ inancı ve korkusu eskidir.
Hangi Kürt politikacıydı unuttum ‘Siz bizim devleti silahla ele geçireceğimizden korkuyorsunuz, ama biz Türkiye’yi ....mizle ele geçireceğiz’ diyen?
Konuyla ilgisi yok ama, nüfus ve doğum deyince aklıma geldi...
Türkiye’de her yıl ortalama 1.260.000 çocuk dünyaya geliyor.
İlginçtir doğum sayısı 2001’de 1.320.000 iken (herhalde ekonomik kriz sebebiyle) 2003’te en düşük seviyesine, 1.193.000’e düşmüş, sonra tekrar yükselerek 1.260.000’i bulmuş.
Türkler’in yeniden canlanan çocuk yapma hevesinin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarıyla aynı döneme rastlaması takdiri ilahi olsa gerek.
Çünkü o tarihte henüz Başbakan ‘3 çocuk yapın’ dememişti.
Acaba Erdoğan bu çağrıyı yaparken genelde, dini ne olursa olsun, dincilerin benimsediği ‘popülasyonizm’ saiki ile mi konuşuyordu, yoksa bu da ‘Kürt Sorunu’nun çözüm yöntemlerinden biri miydi?
Türkiye’de doğan her bin çocuktan 515’i erkek, 485’i kız. Yani cinsiyet rasyosu (erkek doğumu/kız doğumu) 106 civarında. (AB ortalaması da 105)
Hasılı her yıl piyasaya 35.000 ‘erkek fazlası’ yani potansiyel ‘abazan’ salınıyor ki, ayrı bir konu.
2 Haziran’da Paris’te bir araya gelen AB’li demograflar, özellikle 3 Kafkas ülkesinin durumunu tartıştılar:
Şu anda 100 kız çocuğuna karşı Gürcistan’da 112, Ermenistan’da 116, Azerbaycan’da 117 erkek çocuk dünyaya geliyormuş.
Arnavutluk, Kosova ve Karadağ gibi Balkan ülkelerinde eğilim aynı imiş.
Bu (görece az gelişmiş) toplumlarda zaten erkek çocuk tercih ediliyor. Erkek/kız dengesinin giderek bozulmasını ise, demograf Christophe Guilmoto şu 3 faktöre bağlıyor:
(1) Kadının ikinci sınıf görüldüğü ‘erkek-soylu’ (yani soyun, soyadının, malk-mülkün babadan geçtiği) toplumlarda erkek çocuğa olan düşkünlük;
(2) Çocuğun cinsiyetini önceden öğrenmeye (ve dolayısıyla kız ise aldırmaya veya düşürmeye) imkan veren yeni tıbbi teknikler ve bunlara erişimin özel hastaneler ve özel sigortalar sayesinde kolaylaşması;
(3) Ve kimi ülkelerde devletin mecbur ettiği, yahut ailelerin ekonomik vb sebeplerle uyguladığı ‘az çocuk’ hatta ‘tek çocuk’ politikası sebebiyle istendiği kadar erkek çocuk yapma ya da erkek çocuk yapana kadar doğurma olasılığının azalması. (Le Monde, 6 Aralık)
Söz konusu 3 Kafkas ülkesinde, bu faktörlere ilaveten (bütün eski komünist ülkelerde olduğu gibi) kadınların kürtajı, doğum kontrolüne tercih etmesi de sayılıyor.
Peki bu dengesizlik (= erkek fazlası) nasıl bir sonuç doğuracak?
Erkek çocukların tercih edildiği toplumların genelde kadın haklarına saygısız toplumlar oluşunun ötesinde,
(1) 20-25 yıl içinde (bugün Çin ve Hindistan’da olduğu gibi) evlenme yaşında genç kız açığı ortaya çıkacak. (Söz konusu iki ülkede eşcinselliğin artışı da bu dengesizliğe bağlanıyor.)
(2) Evliliğin çok önemli olduğu ülkelerde ‘evlenecek kız açığı’ iç göçlere ve sosyal huzursuzluğa sebep olacak.
(3) Başlık parası olan ülkelerde fakirler eş bulmakta daha da zorlanacak, borçlanacak, daha da fakirleşecek.
İsviçreli sosyalist parlamenter Doris Stump’un bu konudaki bir raporunun son noktası ise vurucu:
‘Doğum öncesi cinsiyet seçimine kesinlikle karşı çıkılmalı, çünkü bu, cinsiyet ayrımcılığına dayanan ve kadına karşı şiddeti güçlendiren bir kafa yapısının sonucu!’
(4) Böyle giderse, alimallah, erkekler evde, polisler karakolda dövecek kadın bulamayacaklar!
Bu son maddeyi kim ekledi buraya yahu?
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 18.12.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder