Dürüst olmak zor zanaat.
Kendine karşı dürüst olmak, çok daha zor.
Ama şart. Akıllı olmanın, başarılı olmanın olmazsa olmaz şartı.
Aşağıdaki yazıyı lütfen bu gözle okuyun.
CEO olun, 3 kişilik bir ekibin şefi olun, hatta yönetilen olun.
Aşağıdaki portrede kendinizi tanıyacaksınız.
Dürüst olun!
*
‘Bir müddet geçip de ilgilenmediğiniz bir sorun, yarı yarıya halledilmiş bir sorundur.’
Churchill'in pek bilinmeyen, ama çok önemli bir sözüdür.
Ne yazık ki, Türkiye'de (diğer ülkeleri bilemem) pek çok yöneticinin yönetim yöntemlerinden biridir.
(Türkçemizin ne kadar zavallı bir dil haline geldiğini göstermek için olduğu gibi bıraktım bu son cümleyi.)
İşine gelmeyen, canının bırak halletmeyi, düşünmeyi bile çekmediği meseleyi yok farzedersin, ilgilenmezsin, sürüncemede bırakırsın...
Senin açından sorun yarı yarıya halledilmiş demektir.
*
Dürüstlükten söz ettim, çünkü ufaklı büyüklü, hepimiz aynı yöntemi uygularız hayatımızda.
Çalışma hayatımızda veya özel hayatımızda.
Oturma odasındaki kalorifer hava yapmış, ısınmıyor.
Biraz serinde oturmayı, akşamları üstünüze bir hırka almayı (ve hanımefendinin kafanıza kakmasını) göze aldınız mı, uğraşıp tamir etmekten kurtulmuş, sorunu yarı yarıya halletmişsiniz demektir.
İnsanlarla ilişkilerde de yaparız aynı şeyi.
Ama işi insanları yönetmek olan, bunun için para alan, hatta bazen haksız paralar alan insanların Churchill yöntemine baş vurması kabul edilemez.
Oysa ne yazık ki en geçerli ve en yaygın insan / sorun yönetimi yöntemlerinden biridir bu.
Yönetmeyerek yönetmek.
Bir yönetici tanıdım.
Hemen hemen hiç 'Hayır olmaz' demezdi. Gerçi 'evet' de demezdi.
Ya 'bakarız' ya da 'pazartesi bi' konuşalım...'
Hiçbir görüşme talebini, randevu isteğini geri çevirmezdi.
Ama asla en küçük bir sorununu dahi çözmez, asla verdiği söze, randevusuna sadık kalmazdı.
Sorunun kendiliğinden çözülmesini, yahut sizin bıkıp, peşini bırakmanızı beklerdi.
Bunu bir yönetim şekli ve felsefesi olarak benimsediği için de, pek çok çalışan, 'Nasılsa adam gibi dinlemeyecek, hı hı diyecek birşey yapmayacak, beni şimdi haftalarca illet edecek!' diye sorunlarını ona götürmekten kaçınırdı.
Böylece pek çok sorun daha onu taciz etmeden kendiliğinden ortadan kalkmış olurdu.
Çünkü onun başını (doğrudan) ağrıtmayan sorun, sorun değildi.
Onun çok daha önemli, çok daha büyük sorunları vardı..
Ama sorun... aslında kendisindeydi.
Çünkü kötü bir yöneticiydi.
5 dakikada çözülecek yahut çözecek kişiye delege edilecek sorun (asıl sorun zaten delege etmek istememesindeydi, bu da ayrı bir konu) aslında onun haftalarca peşinden koşar, 1'er dakikadan da olsa (karşısındaki Allah belanı versin diyene kadar) toplamda yarım saatini, bir saatini alırdı. Sorunu getirenden kurtulmak için geliştirdiği taktikler, harcadığı zaman ve enerji; sorunu getireni gördükçe duyduğu iç sıkıntısı; bütün bunların zihninin bir köşesini işgal etmesi de cabası.
*
Batı dillerinde 'Balık baştan kokar' diye bir deyim var mıdır?
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 09.01.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder