Yanı başımdaki mizahî haberde, batılı işveren 'istifa edeni', Çinli işveren 'intihar edeni kovmakla' tehdit ediyor. (*)
Açık veya örtülü tehdit, korkutma, yöneticilerin başvurma eğiliminde olduğu insan idaresi yöntemlerinden biri ve en eskisidir.
Davranış bilimleri ve stres uzmanı psikiyatr Eric Albert’in dediği gibi, korku, türlerin hayatta kalabilmesi için en gerekli duygulardan biridir. (Les Echos, 25 Mayıs) Kolektif hayatta korku aşırı davranışları engelleyerek ilişkileri normalleştirir. Albert'in verdiği örneği tekrarlayayım: Mesela trafikte bizi kızdıran şoföre karşı saldırganlığımızı frenlememizin sebebi, karşılık vermesi korkusudur.
Albert, çalışma hayatında da korkunun davranışları normalleştiren ve duyguları bastıran bir işlevi olduğunu ve yöneticilerin bu duyguyu kullanma eğiliminde olduğunu söylüyor. ‘Kolektif olarak korku, zımnî (örtülü) tehditlere ve sembolik değer kazanan bazı olaylara dayanır. Yönetim doğrudan tehdit etmiyor artık. Ama boyun eğmeyenin, katılmayanın, yöneticisi gibi düşünmediğini belli edenin hatta yöneticisi gibi düşünmeyenin başına gelebileceklerin hatırlatılması yaygın bir sindirme yöntemi.’ Asıl tuzak, bu tehdidin zımnî yani üstü kapalı oluşunda. Çalışan, neyin yasak olduğunu ve bu adı koyulmamış yasağı delerse başına neler geleceğini bilmiyor. İstenen, çalışanın bu yasağı - sebebini ve sonucunu bilmeden ve sorgulamadan - içselleştirmesi. Yani hem yasaklanan hem yasaklayan konumuna gelmesi, oto-yasak.
Bazen, korku mekanizması geçmiş bir olayın yorumuna dayanır, diyor Albert ve önemli bir hata yaparak istifa etmek zorunda kalan bir yöneticiyi örnek veriyor. Yıllar sonra bu istifa bir efsane yaratmış, şirket çalışanları olayı ‘Yönetim bize inisyatif kullanın diyor. Ama işte X böyle bir riske girdiği için kovulmuş’ şeklinde yorumluyor ve birbirine anlatıyor. Olayın yanlış yorumu tekrarlana tekrarlana bir gerçek olarak kabul ediliyor ve herkesin davranışını etkilemeye başlıyor. Çalışanlar, bu örneği riske girmemek için bir fren, yahut da inisyatif almamak için bahane olarak kullanmaya başlıyor.
Çünkü asıl yönetici korkuyor!
Albert soruyor: ‘Korku disiplin getirir ama zekâyı da dizginler. Amaç itaat etmekse, düşünmenin anlamı kalmaz. Niçin yöneticiler, üstelik 'en değerli kaynağımız' dedikleri bu kaynaktan, yani çalışanlarının ve iş arkadaşlarının zekâsından yararlanmıyorlar?’
Çünkü, diyor uzman, onlar da korkuyorlar. Onların korkuları daha çeşitli ve karmaşık.
Otoritelerinin tartışılmasından korkuyorlar. Acaba doğru mu yapıyorum endişesini, 'niye?' sorusuna cevap verememe endişesini, farklı ve daha iyi bir fikirle karşılaşma endişesini bertaraf etmenin en iyi yolu, sizi gibi düşünmeyenleri susturmak.
Rahatlarının huzurlarının bozulmasından korkuyorlar. İşlerin, alıştıkları ve bildikleri şeklin dışına çıkmasından korkuyorlar.
Albert ‘işte bu rahat ve huzur ortamı havası, korkunç bir tuzak’ diyor. Bu konsensüs havası, uyumlu çalışıldığı, ekip çalışması ve dayanışma içinde iyi netice alındığı 'illüzyonu' yaratıyor. Ama kısa vadeli (şahsî) rahatları için, yöneticiler korkunun sadece 'davranışı' frenlediğini, çalışanın sıkıntılarını, bunu düşünmesini hatta yüksek sesle söylemesini engelleyemediğini unutuyorlar. Duygusal baskı artarak krize dönüşüyor. Ve sıkıntı kendine 'gayri resmî ifade yolları' buluyor. Ve, toprağın bir çatlağını bularak patlayan yanardağ misali, ilk zayıf anında (korkuyla yöneten) yöneticiyi hedef alarak, ne kadar baskı gördüyse o oranda güçlü, yüzeye çıkıyor.
Zeynep Mengi'nin geçen haftaki kapak haberinde de vurgulandığı gibi, kendine güvenen (iyi) yöneticinin, şirket içinde yararlı çatışma ortamına izin vermesi gerekir.
Not: Yerim olsa, işsiz kalma korkusuyla yönetmek konusuna değinmek isterdim.
(*) ‘İdam eden çalışana idam cezası tehdidi…’ başlıklı haber
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 08.08.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder