Jacques Attali, L'Express'te yayımlanan 11 Ağustos tarihli yazısında, yarının bugünden çok daha zor olacağını, bireylerin çok daha çetin bir dünyada ayakta kalmaya çalışacaklarını söylerken diyor ki:
‘Gelecek, en mobil, en esnek, en süratli ve (meslekî, coğrafî, siyasî açıdan) doğru bildikleri konusunda en az katı davrananlara ait olacak. Yerleşik (göçmenin tersi anlamında yerleşik) ülkemizde (Fransa'dan bahsediyor) çok az insan bedenen ve zihnen böyle bir mobiliteye hazır. Böyle bir değişime nasıl hazırlanacağını düşünmek bile zihinsel ve lojistik mutasyon gerektiriyor. Kaç kişi, mecbur kalmadan, başka bir kente göçmeye, iş değiştirmeye gerçekten hazır? Kaç kişi, farlı çareler üretmek için, sorunların önüne geçmeye gerçekten hazır? Kaç kişi, kendisi ve sevdikleri için, kalan yıllarını en iyi şekilde nasıl değerlendirebileceğini gerçekten düşündü? Kaç kişi yaklaşmakta olan 'hareketlilik diktatörlüğü'nün gerçekten farkında? Kaç kişi, antenleri başkalarından gelen tehditlere açık, verebileceğinin en iyisini verecek şekilde, uyanık ve mobil olmaya gerçekten hazırlanıyor? Kaç kişi gerçekten kendi olmayı, yani başkalarının onun için karar verdiği değil 'hakiki kendisi' olmayı gerçekten istiyor?’
*
Fransız aydınları İngiliz-Amerikan aydınlarından farklıdır. Her an aydın olduklarını bize hissettirmek isterler.
Ukaladırlar, bilgiçlik taslarlar.
Hani bir fizolofun ‘herkesin anladığı bir filozof bitmiş bir filozoftur’ dediği gibi, Fransız aydınları da ‘okuyanlar beni anlayıverir’ diye korkarlar ve anlaşılmamak için ellerinden geleni yaparlar.
Jacques Attali gerçek bir aydındır, ama böyle değildir. Halka ulaşmak ister.
Hani bir fıkra vardır, adam arkadaşına ‘Benim kızım da o..pu oldu ama, ben senin kadar güzel anlatamıyorum’ demiş.
Ben de Attali gibi düşünüyorum ama, onun kadar güzel anlatamıyorum.
*
Yukarıda sorduklarını bir tekrarlayalım isterseniz:
(1) Mecbur kalmadan başka bir kente göçmeye, işinizi değiştirmeye; daha iyi, yahut istediğiniz gibi yaşamak için güvenliğin verdiği konfordan fedakarlık edip riske girmeye; yahut istediğiniz gibi yaşamak için 'küçülmeye' hazır mısınız?
(2) Önünüzde kalan yılları, kendiniz ve sevdikleriniz için en iyi şekilde nasıl değerlendirebileceğinizi oturup düşünüyor musunuz? Yoksa kendinizi rüzgara bırakmış, 'hayatın ve tesadüflerin sizi götürdüğü yere' gitmekle mi yetiniyorsunuz?
(3) Hiç 'dünya ne yöne gidiyor, ben bu değişimin neresindeyim?' diye endişelendiğiniz oldu mu? Yoksa 'ben doğru yerde duruyorum, başkaları yanlış yöne gidiyor' diye kendini aldatanlardan mısınız?
Ve Attali'nin sorduğu en ağır soru:
(4) Kim olduğunuzu, yaptığınız işi, yaşadığınız hayatı gerçekten siz mi seçtiniz? Yani siz, gerçekten 'kendiniz' misiniz? Yoksa kararlarınızı başkaları mı / hayat mı / tesadüfler mi veriyor?
Peki, cevabınız hayırsa, niye 'siz olmak için' gerekli adımı atamadığınızı hiç düşündünüz mü?
Bunu düşünmekten bile mi korkuyorsunuz?
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 29.08.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder