Kendimi tekrarlıyorsam, iki sebebi olabilir:
(1) Hafıza özürlü oluşum
(2) Konuya gerçekten gönül koyuşum
Dikkat edin bakın, çok okunan gazete yazarları genelde 'tekerleme' yazan, temcit pilavı pişirenlerdir.
Çünkü Türk efendi gibi bir kerede söyleneni pek anlamaz.
Hürriyet İK okurları bu kategoriye girmediği için, tekrara gerek duymuyorum ama, arada kaçıyor işte.
Bugün sözünü edeceğim konunun gerçekten çok önemli olduğuna inanıyorum.
Popülizm yapıyorum da sanmayın lütfen.
*
Sabah, 7'yi geçerek arabamla (haberleri veya müzik dinleyerek) yahut gazetenin bir aracıyla (kestirerek) gazeteye geldiğimde, temizlik şirketi çalışanlarını bahçede, ellerinde süpürge faraş, yağmurda ayazda, mıntıka temizliği yapar buluyorum.
Sabahın köründe işe gelen bir gazetecinin garabetinden midir,
yoksa yüksünerek yaptıkları bir iş üzerinde görünmekten rahatsız olduklarından mı, geçerken susup bana bakıyorlar.
Ayrı dünyaların insanıymışız gibi bir hisse kapılıp huzursuzlanıyorum.
Ve biraz da utanarak süratle kendimi binadan içeri atıyorum.
*
Aynı çalışanlar - bir tembih eden olmamıştır umarım - kapıda veya merdivende karşılaştığımızda kenara çekilip bana (bize daha doğrusu, hadi dürüstçe söyleyelim: işçi sınıfından olmayanlara) yol veriyorlar. Ve ben, bundan son derece rahatsız oluyorum.
Öyle şartlan(dırıl)mışlar, 'alt sınıftan' olmayı öylesine kabullenmek zorunda kalmışlar ki, aksi bir davranışta daha da eziliyorlar.
Elinde kova ve sünger bir kadın işçiye asansörde yol verecek, kapıyı tutacak olsam, yadırgadığını hatta belki de niyetimi yanlış algıladığını sanıyorum.
*
Bunu size niye anlatıyorum biliyor musunuz?
Konuyu 'ŞANS EŞİTLİĞİ'ne getirmek için.
Bal gibi biliyorum ki (insan 50 küsur senede kendini tanımayı ve doğru yorum...lamaya çalışmayı en azından, öğreniyor ne de olsa) eğer ben Digor'un bir köyünde, daha yakına gelelim, Gazi mahallesinde bir gecekonduda, daha daha, Nişantaşı'nda bir kapıcı dairesinde dünyaya gelseydim, en iyi şartlarda yerimde sayardım.
Kabuğumu kolay kolay yırtamazdım. İşçiysem, işçi kalırdım, şarkının dediği gibi.
Hele Türkiye gibi bir cangılda! (Belgesel seyrederken onu düşünürüm zaman zaman: Yağmur ormanlarında yahut Afrika savanalarında bir hayvan olsaydım, acaba soyumu devam ettirmeyi, hatta hayatta kalmayı becerebilir miydim?)
Çünkü bizde eğitim sistemi çocuklara 'eşit şans vermek' felsefesi üzerine kurulmamıştır.
Fakir fukaraya 'pozitif ayrımcılık' üzerine hiç kurulmamıştır. Zengine çalışır!
Dünyanın her yerinde zengin, fakirden daha iyi eğitim alır; çalışma hayatına fersah fersah önde başlar.
'Herkesi eşitleme' iddiasındaki siyasi ve sosyal sistemlerin, 'rekabetçi sistemler' karşısında çöküşüne hep beraber tanık olduk.
Ama bu gerçek, 'herkese asgari bir eğitim ve şans verilmesi'ne engel değil.
*
Medeni toplumlarda devleti yönetenlerin, özel sektöre ihalesiz verilerek inşa edilen konut sayısıyla; dış borcu 10'a katlayarak ulaşılan ekonomik büyümeyle; çevreyi yok ederek yapılan beton yollarla; kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddeti görmezden gelirken, 212 ambülansıyla; okuma-yazma öğretemediğimiz kadınlara verilen biçki-dikiş kurslarıyla; adam gibi bir üniversiteye girme ümidi olmayan, bir yeri kazansa bile diplomalı işsizliğe ya da kadrosuz asgari ücrete mahkum gençleri 'eğiten' (!) cemaat ve tarikat kurslarıyla övünmek kadar...
Nişantaşı'nda doğan Pelinsu ile (pardon, Ümraniye'de doğan Kübra ile) Şemdinli'nin Gulank köyünde doğan Ahmet arasındaki uçurumdan utanması gerekir.
Hiç olmazsa benim utandığım kadar.
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 22.05.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder