‘Yöneticiler ikiye ayrılır: Kendisi için çalışan akıllı yöneticiler ve şirketi için çalışan aptallar’ konusunu - şansımı son günlerde fazla zorladığım için - ileri bir tarihe bırakıp, bugün şöyle zevkli bir pazar sohbeti yapalım.
Meslekî etik gereği hemen söyleyeyim (ve kendimi tutarak, ‘Gazeteciler ikiye ayrılır...’ diye konudan sapmayayım):
Le Monde’da çıkan Anne Chemin imzalı bir yazıdan bol bol esinleneceğim (Gazetecilikte esinlenmek = araklamak).
*
Bilim adamları uzun yıllar çocuk doğumları ile güneşin döngüsü arasında bir ilişki olduğuna inanmışlar.
18.yy’ın sonlarında yaşayan İsveçli bilim adamı Pehr Wargentin, yılın ilk aylarında çok doğum olmasını, 9 ay önce yani baharda güneşin daha çok ısıtmasına bağlamış. (‘Tabiat, yılın ilk aylarında ve ilkbaharda yeniden canlanır’)
Wargentin, gözleminde haklı, yorumunda ise hatalı:
18 ve 19.yy’larda Ocak-Mart döneminde doğumların arttığı doğru. Ama Fransız Ulusal Demografik Araştırmalar Enstitüsü’nde (INED) görevli iki araştırmacıya göre, senenin son günlerinde doğumların azalmasının, yılın ilk aylarında patlamasının asıl sebebi ilkbahar güneşinin insanların kanını ısıtması değil.
Bunda dini yasakların kalkmasının payı büyük.
Mart ayı Katolikler’in ‘carême’ yani oruç ayı.
Bu dönemde cinsel ilişki, dolayısıyla evlenmek (çünkü gerdeğe girmek) yasak.
İki uzman (Arnaud Régnier-Loilier ve Jean-Marc Rohrbasser) çalışmalarında, doğumların artmasını kısmen de olsa ‘evlilik ve cinsel ilişki sezonunun yeniden açılmasına’ bağlıyorlar.
(Tabii onlar ‘sezon’ filan demiyorlar, ben konuyu salçalıyorum biraz.)
*
Ve araştırmacılar, vardıkları bu sonucu 20.yy’daki verilerle de teyit ediyorlar.
Fransızların dini yasaklara giderek daha az riayet etmesi, doğum istatistiklerinde önemli değişikliklere sebep oluyor.
Zaman içinde, doğumlar yılın 12 ayına giderek daha eşit dağılıyor.
Sonuç: Bu değişimi izah edecek bir iklim değişikliği yaşanmadığına göre, doğum (daha doğrusu hamilelik) tarihini bilerleyen temel unsur güneş veya mevsim değil.
Fransa’da 1970’lerde Nisan-Mayıs aylarında doğumlar artıyor. Yani kadınlar yaz aylarında gebe kalıyorlar.
İki uzman bunu da ‘sosyal alışkanlıklardaki değişim’ ile izah ediyor:
*
1936’da ücretli izin kanunu çıktığından beri, Fransızlar Temmuz-Ağustos aylarında bir ay izin yapıyorlar.
Bu da çocuk yapmaya daha elverişli bir ortam demek.
Yani doğum tarihlerini artık dini yasaklar değil, ekonomik takvim belirliyor.
Son 30 yılda bir değişiklik daha gözleniyor:
En çok doğum Eylül’de meydana geliyor.
Yılın doğum rekoru 23 Eylül’de kırılıyor.
23 Eylül’den 265 gün (ortalama hamilelik süresi kadar) geri sayarsanız, yılın en ‘hareketli’ (ve bereketli!) gününün
Yılbaşı gecesi olduğu ortaya çıkıyor.
Yılbaşı gecesi ‘tezgâha konulan’ çocuk sayısı yıllık ortalamanın 2 katı.
Tedbirsiz, çünkü Yılbaşı’nı takip eden günlerde kürtaj sayısı da 3 katına çıkıyor.
Türkiye’ye ve 2001-2009 dönemine bakarsanız (ve çocuğunu nüfusa kaydettirmek için Ocak ayını bekleyenlerin etkisiyle, Aralık’ta çok düşen, Ocak’ta fırlayan doğum oranlarınının ortalamasını alırsanız) her ayı 30’ar gün varsaymak kaydıyda, doğumların aylara dağılışı (yüzde olarak) yukarıdaki gibidir. Türkiye’de oruç ayı ve dini günlerin tarihi değişiyor; bu yüzden ‘dini takvime bağlı’ yığılmalar söz konusu değil. Eylül ayında bir patlama görülmediğine göre, Yılbaşı gecesi Fransızlar kadar aksırıp tıksırmıyormuşuz demek ki. Bu arada, niçin Ekim-Kasım aylarında daha çok hamile kalındığının da herhalde bir sosyo-ekonomik izahı vardır. Var mı elinde böyle bir araştırma olan?
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 06.02.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder