Cem Yılmaz’ın ‘eğitim şart’ dediği gibi ‘iletişim şart’.
Hayatın her alanında. Tabii çalışma hayatında.
Şirket iletişiminden yahut işadamının kendini müşterilerine, çalışanın kendini patronuna veya potansiyel patronlarına ‘pazarlamak’ amacıyla kurduğu ‘pazarlama iletişimi’ değil burada sözünü ettiğim. Şirket içi iletişim.
Patron-çalışan, yönetici-çalışan, çalışan-çalışan arası iletişim.
*
Hürriyet'te ilk girdiğim yıllarda ISO belgesi almak üzere toplantılar yapmıştık. Ben projenin yazı işleri sorumlusu idim. Bu projede gazetenin satış, pazarlama, satın alma, maliye-muhasebe, reklam, bina yönetimi, idare gibi farklı servislerinden yöneticileriyle birlikte çalıştık. O gün kurduğumuz dostluk, 15 yıl sonra bugün hâlâ işlerimizi çözmemizi kolaylıyor. Birbirimizi iyi tanıyoruz, olumlu, kolaylayıcı, yapıcı yaklaşıyoruz.
*
Bir zamanlar CEO'muz Vuslat Hanım'ın girişimiyle Hürriyet, çalışanların katıldığı seminerler, toplantılar düzenlemişti. Patrondan, genel yayın yönetimine, muhasebe müdüründen spor servisi şefine, İstanbul'daki bir otelde buluşuyor, seminerlere, yönetim-oyunlarına katılıyor, akşam birlikte yiyor içiyorduk.
Öğrendiklerimizden, duyduklarımızdan aklımızda bir şey kalmadı, ama bu 'cool' ortamlarda oluşan arkadaşlıklar, tanışlıklar, hâlâ bugün faydalı oluyor.
*
Geçen haftaki yazıma bir askerlik hatırasıyla başladım. Malum, askerlik Türk erkekleri için unutamadıkları bir travmadır. Hayatlarında önemli bir merhaledir.
Hafta başından beri, selamım olan, ama samimiyetim olmayan 3 kişi yolumu çevirdi koridorda. Kimi 'siz' kimi 'sen' diye hitap ederek 'Kaçıncı dönem askerlik yaptın?' diye sordu. Biriyle aynı dönem çıktık. (Şadi Albay'ın konuşmasını o da hatırlıyor, hatta üçüncü bir uyarısını da hatırlattı ki... burada yazılası değil! :) İkisi benden bir dönem önce Tuzla'da imiş.
Ayak üstü o günleri yad ettik, güldük. Şimdi koridorda karşılaştığımızda birbirimize selamımız daha bir tanıdık, daha muzip, daha 'ortak'.
*
Diyeceğim şu: Bölerek yönetmeyi marifet sanan kendine güvensizler hariç, yönetici yukarıda saydığım 3 iletişim eksenini geliştirmeli: Patron-çalışan, yönetici-çalışan, çalışan-çalışan.
Bunu yaparken de (sanıldığının, düşünüldüğünün ve uygulandığının aksine - kurumsal iletişim yahut halkla ilişkiler departmanından değil) İnsan Kaynakları departmanından yararlanmalı.
Çünkü İK departmanı 'insan' odaklıdır.
Teoride en azından...
*
BİR GENÇTEN GELEN MEKTUP:
Ben Ozan A. Anadolu Üniversitesi İşletme Uzaktan Öğretim (Halk içindeki tabirle ‘Açık Öğretim’) mezunuyum. 2009'da okulum bitti. Okulum devam ederken muhasebe yardımcılığı, bilgisayar işletmenliği, bilgisayarlı muhasebe (ETA programı), daktilografi, İngilizce kurslarına gittim ve sertifikalarını aldım. Peki ne işe yaradı? Gerek internet gerek gazete ilanlarına başvurmak imkansız. Nedense iş ilanlarında standart cümleler var hep:
En az 2 yıl tecrübeli, ileri düzeyde İngilizce bilmek’ hatta ‘benzer pozisyonlarda 5 yıl tecrübe’.
Bir de ‘Şirketimizde çalışan tanıdığınız var mı?’ sorusu var. Benim anladığım ‘torpilin var mı?’ demek oluyor.
Peki herkes tecrübeli personel arıyorken benim gibi okulu yeni bitenler nereden ve nasıl tecrübe kazanacak? Okulda vermiyorlar tecrübeyi, pazardan da alınmıyor.
Ülkedeki İngilizce eğitimi belli olduğu halde hep ileri/çok iyi düzeyde İngilizce isteniyor. Peki iş ileri düzey İngilizce'yi gerektiriyor mu?
Sonra işverenler çıkıp ‘Yetişmiş eleman bulamıyoruz’ diye feryat ediyorlar. Hiç kimse çıkıp da ‘Elemanı sen yetiştir’ demiyor. Armut piş ağzıma düş. Diyor ki bir tanesi (gayriresmi olarak) ‘Ben yetiştiririm de başkası kaparsa ne olacak?’
Yahu senin verdiğin ilan da başkası yetiştirsin ben kapayım, diyor zaten.
İş arıyorum bulamıyorum.
Artık umudum da kırılacak. Boşuna mı okudum yoksa?
İlerde bende ruhsal sıkıntılar başlarsa şaşırmam.
İşverenler sanki başvuranları almamak için çaba sarfediyor.
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 30.05.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder