İnsan yavrusu sürekli soru sorar.
Gerekli gereksiz (çünkü henüz neyin gerekli olduğunu bile bilmemektedir) herşeyi bilmek, öğrenmek ister.
Sormuş olmak için sorar.
Büyüklerini bayacak kadar sorar.
Herhalde bu takıntıda
(1) hayatta kalmak için ne çok şey bilmesi gerektiğini içindeki hayvanın (genlerinin) ona fısıldamasının ve
(2) büyüklere benzeme dürtüsünün rolü vardır.
Ama aynı çocuk çabucak büyür ve büyürken tavrı tamamen değişir.
Önce (bilmemeyi bir ayıp ve küçültücü gibi algılamaya başlayarak) sormayı keser, bilir gibi yaparak susar.
Ve sonunda bildiği, ama özellikle de bilmediği konularda ahkâm kesmeye başlar.
Her konuda bir fikir sahibi olduğunda nihayet bir 'yetişkin insan' haline gelmiş demektir.
Artık hayata (çalışma hayatına ve aile kurmaya yani anne baba olmaya) hazırdır.
Artık büyük bir gazeteci, başarılı bir yönetici, bir film yönetmeni, bir bakan filan olabilir.
*
Tam zamanlı çalışma hayatında bu sene 30 yılımı doldurdum.
30 bin türlü insanla tanıştım / çalıştım.
Bir konu olduğunda, bir soru sorulduğunda ‘Bu benim bildiğim bir şey değil. Bir bileni bulup soralım; araştıralım, öğrenelim...’ diyeni hemen hiç görmedim.
Aslında soru sorana da pek rastlamadım ya.
Yine de ısrarla bilmediğimi bilmeye, Michel Chaillou'nun Crime du beau temps kitabındaki kahraman gibi 'her şeye bir sorusu olan bir insan' olmaya çalıştım.
Bilmediğimi karşımdakilere ve (daha da zoru) kendime itiraf etmenin dürüstlük olduğu kadar öğrenmenin şartı olduğuna inandım.
(Bu arada zaman bana bazı soruların cevabını asla alamayacağımı ve cevapsız soruları daha çok sevmeyi de öğretti. Ama bu başka bir konu.)
Pierre Assouline geçenlerde ölen Jose Semprun için (yazarak) ‘yanılsamalarından ziyade aslında kesinliklerinden arınmayı başardı’ diyordu.
Zaman insanı şüphelerinden çok, asıl, doğru bildiğini sandıklarından arındırarak bilgeleştirir.
Yarım yüzyıllık bir tecrübeyle bugün itiraf etmeliyim ki, dürüstlüğün çalışma hayatında faydasını değil sadece zararını gördüm.
En büyük hile doğruluktur, diyen alçak kimdi bilmiyorum.
Daha önce burada defalarca sözünü ettiğim gibi...
Bilmediğini bilmemenin ne büyük bir güç olduğunu geç fark ettim.
Bilmediğini gizlemenin gerçek erdem olduğunu nafile idrak ettim.
Cehaletin verdiği güvenin insanları tepe noktalara yükselttiğine, en yüksek noktaların daima birbirine kitlenmiş kifayetsiz muhterislerce fethedildiğine şahit oldum.
*
Bugünün değer hükümlerine kıyasla bu kadar yanlış bir yerde duran;
bugünün ölçütleriyle bu kadar başarısız bir akılsıza akıl danışma gafletinde bulunan bir genç çıkarsa,
‘Kolay’ diyorum ‘bana bak ve ne görüyorsan aksini yap!’
Benim için artık çok geç.
Ama belki bu doğrudan bir ders çıkaran olur diye söylüyorum...
(E pur si muove! Jacques Attali'nin dediği gibi ‘Gelecek, siyasi/coğrafi/mesleki doğrulukları/kesinlikleri açısından en mobil/esnek/hızlı olmayı başaranlara ait olacaktır’.)
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 19.06.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder