Hürriyet İK'ya pek uymasa da, bir eski yazı okutacağım size. Çocukların sınava girdiği şu günlerde, aynı konuyu tekrar ve 'daha usturuplu' yazmak gelmedi içimden. Bu yazı 'elinden geleni yapanlara' değil, 'tadını kaçıranlar'a...
*
Güzellik kraliçesi annesi
Şebnem Schaeffer adlı kızcağızın annesinin gündeme gelmek için, daha doğrusu kızını ‘puş etmek' için söylediklerini okuyunca, bilgisayarımda bir boş sayfa açıp: ‘Sanatçı annesi - sporcu annesi - müzisyen annesi - kolej imtihanına girecek çocuk annesi’ diye bir not yazmıştım. Yazı yapmak üzere.
İki haftadır öylece duruyor. Elim gitmedi. Gitmedi çünkü düşünüp, derlemek lazım. Vakit yok. Artık çala kalem yazacağım ve boşlukları doldurmayı, eksikleri gidermeyi sizin hayal gücünüze bırakacağım.
Dünyaya da böyledir, ‘sanatçı annesi - şampiyon sporcu annesi - müzisyen annesi - kolej imtihanına hazırlanan çocuk annesi' diye ayrı bir tür vardır.
Bir kere, birçok büyük sporcunun (özellikle de bireysel dallarda) arkasında bir anne, bir baba mutlaka vardır. Tenisçileri düşünün. Mesela buz patencilerini düşünün. Hadi desek, eminim beş, on isim sayabiliriz birlikte. (Teniste Borg'un, McEnroe'nun, Graff'ın, Williams kardeşlerin antrenörü ve manaceri babalarıydı mesela, doğru hatırlıyorsam.)
Bunlar genellikle eski ve ‘rate' sporculardır. Başarısızlık onları derinden yaralamış, bu yüzden daha 5-6 yaşındayken çocuklarını ‘şampiyon' olarak yetiştirmeyi kafaya koymuş ve hiç acımadan, ‘bırakayım çocukluklarını yaşasınlar' demeden ve çocuklarının iradesiyle geleceğine karar verebileceği bir yaşı beklemeden, haftanın 7 günü, günde 10-12 saat analarını ağlatmışlardır.
Diyeceksiniz ki ‘E ne güzel işte, Borg olmuşlar, McEnroe olmuşlar...'
Bir Borg, bir McEnroe için kaç bin çocuğun sersefil olduğunu ama adının bile duyulmadığını hesap ederseniz...
Bunlar, kendi başarısızlıklarının ve hayal kırıklıklarının, hırslarının bedelini çocuklarına ödeten egoist ana babalardır.
Hedefleri, asıl dürtüleri, çocuklarının başarısı değil, ‘şampiyon olamadık bari şampiyon anası babası olalım' ve hayattan ve geçmişlerinden rövanş almaktır.
Aynı şekilde, müzisyen anası babası diye de bir tip vardır. Tıpkı sporcu anası babası gibi, bunlar da (topluca mahkûm etmeyeyim de bunların içinde bir çoğu) çocuk yaştan başlayarak kafasına vura vura günde sekiz on saat piyano, keman çaldırır yahut bale yaptırırlar. Bunlar da başarısızlıklarının acısını çocuklarından çıkarırlar. (Baba Mozart mesela...)
Sonra, oğlunu kızını koleje hazırlayan anne diye de bir tür vardır. (Üniversiteye hazırlama yaşında artık çocuklar büyümüştür ve bu oyuna gelmez...) ‘Şampiyon anası' kategorisinde en masumu, en ‘haklı görüneni' budur. İçlerinde yüzde kaçının yarın konu komşuya yahut o kendini beğenmiş Nahide'ye ‘Kızım Robert Koleji kazandı' diyebilmek ve haddini bildirebilmek için çocuğun ümüğünü sıktığı belli değildir. Önemli bir yüzde olduğundan eminim.
Bir de tabii ki bunların ‘X kategorisi' vardır: Güzellik yarışmacısı / manken / artist adayı annesi...
Bebek yaştan itibaren ‘Gürbüz çocuk' yarışmasına sokanlar, daha ergenlik çağındaki kızları - Kendi kızım diye söylemiyorum ama dünyalar güzelidir. Bak abisi biraz büyüsün ne yürekler yakacak bu... - elinden tutup menajerlere 'gösterirler', mayolu fotoğraflarını sağa sola dağıtırlar, kaset yapacak yahut destek çıkacak para babası yaşında bir dıt'ın koynuna sokarlar...
Örnekleri çok ve göz önünde olduğundan (ama asıl suç sayılacağından) uzun uzun anlatmaya ve isim vermeye gerek olduğunu zannetmiyorum.
Neydi onun adı, rahmetli 'Gelinim Olur Musun Ata'nın annesi Semra Hanım bu son türün bir karikatürü, daha doğrusu ‘paroksizm' haliydi.
Peki bunlar hayattan neyin intikamını alırlar?
Bunların dürtüsü, bunların ‘içinde kalan' nedir?
Acaba bunlar da '...' olmak istemiş ama işi rast gelmemiş yahut tipten kaybetmiş analar mıdır?
(Hürriyet-internet, 6 Kasım 2006)
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 27.06.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder