27 Nisan 2012 Cuma

İK barajını aşmak



İlk işlerini bulmaya çalışan yeni üniversite mezunları sıkıntıda.
Çok yakınımdan iki örnek vereceğim.

İş arayan bir genç, ya da çocuğu iş arayan bir ana baba olmasanız da, sabredin ve okuyun lütfen.


*
Birinci örneğim, bir genç kız.

İstanbul’daki yabancı dilde eğitim veren bir liseden ve Galatasaray Üniversitesi’nden mezun.


İki yabancı dili çok sağlam.


Şu sıralar Boğaziçi Üniversitesi’nde eğitimini tamamlıyor.


Aylardır kurumsal bir şirkette kendi alanında bir iş arıyor.


Hadi dürüstçe söyleyeyim, iş arıyoruz; ama İK barajını aşamıyoruz.


*
İkinci örneğim büyük bir Anadolu kentinden, genç bir delikanlı.

Ailesinin imkanları sınırlı, devlet okulunda okumuş, yine bir devlet üniversitesinden kamu yönetimi lisansı var.


İngilizcesi, haliyle, bütün şahsi çabalarına rağmen, dört dörtlük değil.


Aylardır haysiyetli bir iş arıyor.


İK barajını aşamıyor; ağır ağır umudunu kaybetmeye başlıyor.


*
Bir memlekette hukuka ve insan haklarına saygılı bir demokrosinin tesisi için, gazetecilere ağır bir görev düştüğüne; ama ne yazık ki Türkiye’de benim meslektaşlarımın bu misyonu yerine getirecek bilgi, birikim, kültür ve yeteneğe sahip olmadıklarını düşünüp, yıllardır yüksek sesle de söylüyorum.


Kifayetsiz hatta kötü gazeteciler Türkiye’nin geleceğiyle oynuyorlar.


Bu lafı niye araya sokuşturdun, diyeceksiniz.



Kendimi ve meslektaşlarımı da çok ağır eleştirdiğimi göstermek ve şu soruyu sormaya hak kazanmak için:



İnsan kaynakları yönetici ve çalışanları, milyonlarca gencin (ve tabii bu arada şirketlerin, ekonominin ve Türkiye’nin) geleceğini belirleyecek bilgi, birikim, kültür, tecrübe ve yeteneğe sahip midirler?


Sadece sözünü ettiğim bu iki gencin değil, Hürriyet İK’nın yöneticisi olduğum için iş bulmada benden yardım isteyen sayıları belki yüze varan gencin yaşadıklarına bakarak söylüyorum:



*
Yukarıda sözünü ettiğim gençlerden birincisi İstanbullu hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu, yani şanslı olduğu için iyi bir eğitim almış.


İkincisi hayata ciddi bir handikapla atılmış (at yarışı terimi kullandığım için özür dilerim, ama sistemimiz çocukları birer yarış atı olarak yetiştiriyor) ve Millî olma iddiasındaki eğitim sistemimiz ona, farkı kapatması için en küçük bir imkan dâhî yaratmamış. Aksine... 


Bir eğitime Millî sıfatı eklenebilmesi için okul yaşına gelen gençlere ‘şans eşitliği’ yaratması gerekir.


Bizim sistemimiz ise küçük kentlerde ve kırsalda doğana ve ekonomik imkanı olmayana ‘negatif ayrımcılık’ uygular.


Türkiye’deki her ‘sistem’ gibi (buna hukuk bile dahildir) ‘Millî’ Eğitim de zenginden, güçlüden yanadır.


Eğitim sistemi gençleri hiçbir şekilde çalışma hayatına (ve zaten genelde hayata) hazırlamaz. Aksine, başarısız olmalarına sebep olur.


Konumuzla sınırlı kalırsak, eğitim sistemimiz berbat çünkü şirketlerin ve kurumların ihtiyacı olan çalışanlar değil, iş bulma umudu olmayan diplomalılar ‘üretiyor’.



Yanlış eğitim ve (yanlış eğitimin beslediği) işsizlik gençleri vuruyor.



İK yöneticileri bir hayır kurumunda değil, kâr amaçlı şirketlerde çalışıyorlar.



Hayatın ve yanlış eğitim sisteminin yarattığı haksızlıkları ortadan kaldırmak gibi bir misyonları elbette yok.



Ama ‘kurumun menfaati dışında hiçbir etki altında kalmaksızın (ki zordur) doğru görev için doğru çalışanı’ seçerken (tıpkı haber yapan gazeteciler gibi) insanların kaderiyle oynadıklarını asla unutmamalılar.



Bu zor görevi yerine getirecek ehliyette değillerse, sahip olmalılar.



Kapılarında yatan iş arayanlara bakıp (tıpkı kendilerini dev aynasında gören gazeteciler gibi) alçakgönüllülüklerine halel getirmemeliler.


Kâr amaçlı şirketlerde, patronları için çalışsalar da, insan kaynakları yöneticileri ve elemanları, işlerinin ‘insan’ olduğunu unutmamalılar.


Ayrıca, çalışanlara ama asıl iş isteyen gençlere (özellikle de geri çevirdiklerine) karşı tutumlarıyla, kurumlarının imajına olumlu olumsuz etki yaptıklarını hatırlamalılar.



Serdar Devrim, Hürriyet-İK 22.04.2012
Şüphelerim var!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder