15 Nisan 2012 Pazar

Serdar Ablanız cevap veriyor!

Her ne kadar işi 'Serdar Abla' diye hitap etmeye kadar götürmese de, Aylin A. bana 'Güzin Abla' muamelesi yapmış.
Türk okuru pek 'reaktif' değildir.
Gazeteler ve televizyonlar da genellikle insanların 'gerçek gündemi'ni ıskaladığından ya da görmezden geldiğinden, (aklı başında) okurdan nadiren tepki alırsınız.
(Hürriyet İK'nın yakın zamandaki kimi kapak konularına çok sayıda olumlu tepki aldık. Burcu Özçelik'in 'Doktorlar ne istiyor? ve 'Banka çalışanlarının hedef baskısı isyanı' konulu haberleri, magazin ağzıyla söylememe izin verin, gerçekten çok ses getirdi. Demek ki - biliyoruz zaten bunu - insanların gerçek sorununa dokundunuz mu, okur kıymetini biliyor.)
Kendi sözümü kabaca kestim yine...
Aylin A.nın sorusu:
- Serdar Bey, bir kadın yöneticim var. (Kadın diye ayrımcılık yapmak için vurgulamıyorum. Hani kadının kadınla çalışması daha zordur, derler ya haklı olarak, o açıdan bilgi olsun diye söylüyorum.) Toplantıda veya birebir, ne zaman bir şey konuşsak, son cümleyi o söylüyor ve cümlesi 'Aslında sen de haksız sayılmazsın ama...' ile başlıyor veya 'Tam ikna olmadım ama...' ile bitiyor. Bu da beni deli ediyor!
'Kamuya açık yerde' (yani bu köşeden) kendisine cevap vermek için Aylin'in iznini aldım.
*
Ne yazık ki (gerçekten ne yazık ki) psikoloji okumadım. Onun için bir uzmanın görüşünü aktaracağım sana. Sonra üzerinde tartışırız.
‘Söz konusu yönetici, düşünmeden, otomatik olarak 'tek taraflı' diyaloğa giriyor. Belli ki çalışanlarıyla doğru bir ilişki kurmakta zorlanıyor. Onları birey olarak karşısına almaya cesaret edemiyor. Otoritesini göstermek için kendini, çocuğunun karşısındaki 'dominant anne' pozisyonuna konumluyor ve size 'çocuk-çalışan' muamelesi yapıyor. Bu tip 'belirsiz' ifadeler (diyor psikolog, ben olsam laf kalabalığı derdim) kişinin düşüncelerinin yeteri kadar net olmadığını ve ifade zorluğu çektiğini gösterir.’ - miş.
*
Sevgili Aylin (Güzin Abla'lığı bayağı benimsedim ben de!), uzman psikoloğumuz tabii ki biliminsanı olduğu için bilimsel bir ifade kullanıyor yukarıdaki açıklamasında. İnsan ilişkileri konusunda alaydan yetişme bir 'pratisyen' olarak ben biraz çiğ olacağım izin verirsen.
Duruma hâkim olmakta zorlanan veya çalışanıyla gerekli dozda (çünkü belli dozda gerginlik gerekebilir) gerginliğe yüreği olmayan yönetici, 'anne-baba tavrı' ile işi kurtarmaya çalışır.
Annecilik-babacılık...
(Bu vesileyle fark ettim: Paternalism deniyor yani 'babacılık'. Niye 'maternalism' diye bir kelime yok? Çünkü bu kelimenin çıktığı yıllarda kadın yönetici yok!)
Annecilik-babacılık, diyordum, insanlar üzerinde otorite kurmanın en kolay ve kaçamak yollarından biridir.
İlişkiye, 'küçüklerine sevgi' gösteren ve dolayısıyla 'büyüklerine saygı' bekleyen bir tavıra girdin mi, maça 1-0 önde başlarsın.
Konuşmaya herkes 'yerini ve haddini bilerek' başlar.
'Hoşgörün', hoşgörmek için değil, karşındakini ezmek içindir.
Böylece onu, 'büyüğünün' karşısında aşılmayacak bir sınır olduğunu ve son sözü senin söyleyeceğini kabule zorlarsın.
Sıkıştığında, lafın bittiği yerde, mantıklı ve ikna edici bir cevap vermekten kurtulur, 'Hayır, o öyle değil' yahut 'İşler senin sandığın gibi yürümüyor' filan gibi tamamen içi boş bir lafla sıyrılmaya, hatta - yüzünde lahavle diyen bir ifadeyle - arkanı dönüp konuşmaya tek taraflı olarak bir son vermeye zemin hazırlarsın.
Peki, diyeceksin, Serdar Abi, böyle bir yönetici karşısında nasıl davranmak gerek?
Ben de sana 'Pışşşık!' diyeceğim. Benim de yanımda 14-15 kişi çalışıyor. Taktiğimi açık eder miyim sanıyorsun!
Bu işler öyle senin sandığın gibi yürümüyor Ayliiiin!


Serdar Devrim, Hürriyet-İK 15.05.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder