15 Nisan 2012 Pazar

Seni gidi kıtırcı seni

İşe alım sürecinde, adayların ‘yalan makinası’na bağlanması fikri bir ara epey tartışmaya sebep olmuştu.

2008’de İngiltere’de ‘işsizlik sigortası alan sahte işsizler’i teşhis etmek üzere bu tekniğin kullanılacağı açıklanmıştı, arkası geldi mi bilmiyorum.

Yine aynı yıl İsviçre’de ‘strese dayalı ses analizi’ yöntemi kullanılarak mülakatta adaylara kumarla, uyuşturucuyla, hırsızlıkla ilgili 40 soru sorulacak diye bir haber çıkmıştı.

Bu haberle ilgili bir televizyon programında, bir İK uzmanı ‘Adayın yalan makinasına bağlanması legal midir?’ sorusuna, dürüst bir cevap vermişti:


Aday kabul ediyorum diye imza atarsa, legaldir. İmza atmazsa zaten işe giremez.

*

Türkiye’nin en büyük İK gazetesinin yöneticisi olarak bana, Serdar Devrim’e, işe alımlarda yalan makinasının kullanılması konusunda fikrimi sorarsanız...

Ha, durup dururken, güneşli bir bahar sabahı, bu soru nereden aklıma gelsin? yahut senin bu konuda ne düşündüğünden bana ne! diyorsanız o başka.

Beni buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Başka bir yazıda buluşmak ümidiyle.

Yok ısrarla soruyorsanız, diyeceğim şudur:

Ben, işe alımlarda yalan makinasının kullanılmasından yanayım.

Bir defa, şirketlere ulaşan CV’lerin en az yarısının ‘gerçeküstü’ olduğunu bilecek kadar bu işin içindeyim.

Ama ‘yalan makinası kullanılsın’ dememin sebebi bu değil.

Şirketlerin belli sayıda da olsa ‘yalan söylemeyi çok iyi bilen ve beceren, yalanı bir yönetim şekli ve tekniği olarak sanata dönüştürecek’ çalışanlara ihtiyacı vardır.

Patron içeride kayınbiraderle vidolu tavla oynarken cuma tahsilatına gelen alacaklıya ‘Bir cenazesi vardı, apar topar gitti’ diyecek sekreterden söz etmiyorum.

Bunlar, ticaretin - hadi beyaz demeyelim ama - kirli beyaz yalanlarıdır. Karşılıklıdır ve herkes kimin nerede ne zaman ne yalan söylediğini üç aşağı beş yukarı bildiği için, bunlar, iş ilişkilerinin motor yağıdır: Sürtünmeleri önler, işleri kolaylar.

Benim sözünü ettiğim yalan gibi yalanlar.

Mesela patronun gözünün içine baka baka söylenen yalanlar:

Kendini olduğundan iyi göstermek, hiçbir şey yapmadan büyük işler başarmış gibi yutturmak, başarısızlığını başkasının sırtına yüklemek, gerçek niyetlerini gizlemek, oyunbozanları (yani hırsızlığa, soysuzluğa, yolsuzluğa katılmayanları) safdışı bırakmak için söylenen sistemli yalanlar.

Yalan söyleyeceksen, her zaman söyleyeceksin ki, sesin titremesin.

Yalan söyleyeceksen, o kadar büyüğünü söyleyeceksin ki, karşındakinin aklına soru işareti gelmesin:

Koskoca Bilmemne Müdürü, bu kadar da yalan söyleyecek değil ya!’ diye düşünsün.

Yalan söyleyeceksen bunu bir sanat, bir ‘yaşam biçimi’ haline getireceksin!

*

Resmen 30, fiilen 35’inci yılımı tamamladığım çalışma hayatında, bütün kariyerini yalan ve göz boyama üzerine kurmuş nice ‘başarılı’ insan gördüm.
Müdürlüklere, koordinatörlüklere, grup başkanlığına, genel müdürlüğe, CEO’luğa yükselmiş nice kıtırcılar.

Patronlar da aptal değil ya! Ben, alt tarafı bir garip gazeteci, karşımdakinin sahteliğini, sahtekârlığını, ağzının gözünün oynadığını daha ilk bakışta görebiliyorsam, koskoca bir CEO, koskoca bir patron görmeyecek, mümkün mü?

Bu mertebeye ermiş yöneticiler, bir kere iki kere olur, aynı insanların yıllar yılı yalanlarına dolanlarına oyunlarına kanacak, mümkün mü?

Bu ‘kendisi bile yalan’ insanları ta tepelere kadar yükseltmeleri sadece körlüklerinden olabilir mi hiç?

Demek ki, bizim gibi fanilerin kafasının almayacağı (tabii çıkıp da soramayacağı) sebeplerle, şirketlerin bu yalancılara da ihtiyacı var.

Kimbilir, birlikte üçüncü şahıslara söylenen ortak yalanlar için mi gereklidir?

Bu çapta yalancılar aynı çapta (ikisi birbirinden ayrılmaz meziyetlerdir aslında) yalaka olmayı da bildiklerinden, tepe yöneticilerin, acı gerçeklerle yüzleşmekten yorulduklarında, bu yalanlara ve pohpohlara psikolojik olarak ihtiyaç duyduğundan mıdır?

O kadarını ben bilemem artık...

*
İyi şirket, her alanda ‘en iyiler’le çalışmak istediğine göre, İK departmanlarına düşen görev de (gerekirse yalan makinası kullanarak) ‘en iyi ve potansiyeli en yüksek yalancıları’ arayıp bulmak ve şirkete kazandırmaktır.

Üstelik bunların bir avantajı da, öyle eğitim, seminer, kariyer planlaması gibi ekstra emeğe ve masrafa ihtiyaç duymamalarıdır.

Meyve kurdu gibi, bir kere içeri girmeleri yeter. Gerisini onlar halleder, semirir, büyür ve meyveyi çürütürler.



Serdar Devrim, Hürriyet-İK 25.03.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder