Bir İK’cı anlattı. İstanbul’daki bir uluslararası şirket, yeni bir pazarlama müdür yardımcısı almış işe. Alırken de, her adaya olduğu gibi, sormuşlar:
- Ehliyetin var mı?
- Evet var.
Yeni eleman işe başlamış. Önce şirketi ve çalışanlarını tanıtmışlar, görevini anlatmışlar, sonra bir cep telefonu ve bir anahtar uzatmışlar.
- Bu anahtar nedir?
- Size verilen şirket arabasının anahtarı.
- Bana araba mı veriliyor?
- Eh tabii, göreviniz gereği.
- İyi ama, ben araba kullanmayı bilmiyorum ki!
- Siz mülakatta ‘Ehliyetim var’ demediniz mi?
- Ehliyetim var, dedim ama, araba kullanmayı biliyorum demedim ki!
Şirket, yeni personeline bir de şoför vermek zorunda kalmış.
Tabii ki ‘Ehliyetin var da, araba kullanmayı da biliyor musun?’ diye sormayı, yabancı yöneticilerin aklı havsalası almaz.
Hayret, demek ki Türk İK'cıların da aklına gelmemiş!
Oysa gelmeliydi...
*
Çünkü Türkiye'de ehliyet - fiilen - parayla satılmaktadır.
Ehliyet almak için araç kullanmayı bilmeye gerek yoktur.
Sürücü kurslarına (10 kurstan 9'una diyelim) yazılırken adama sorarlar:
- Kursa devam edecek misin, etmeyecek misin?
Etmezsen, sana sağlam bir indirim yaparlar.
Bunu ehliyet çağına gelmiş delikanlı da bilir, Emniyet Müdürü de bilir, Cumhurbaşkanı da bilir. (İşin komiği, basın da bilir!)
Ama, her yıl binlerce insanın trafik kazalarında öldüğü Türkiye'de, herkes ağlar ama kimse bu rezilliğe bir son vermeye çalışmaz.
Sebebi bazen çıkar, bazen 'potansiyel' çıkar (bir gün kuralsızlık bana da lazım olur), bazen 'bana dokunmayan yılan' hesabıdır.
Çoğu zaman kifayetsizliktir. Yöneticilerimiz, seçilmişlerimiz 'ancak bu kadarını' becerebilecek kapasitededir.
Ama asıl sebep her zaman bizim 'kafa yapımız'dır.
'Ehliyet sektörü' (Özal'ın devlet ve ekonomi anlayışının bir sembolüdür) sadece bir örnek.
*
Yüzlerce örnek sayabilirim. Mesela kamudan...
Rüşvet yemesinler, yahut herkes eşit yesin ve kavga çıkmasın diye gümrük görevlilerinin rotasyona tâbî tutulduğu kaç ülke biliyorsunuz? (Hâlâ böyle midir acaba?)
Milyonlarca insanın daha yüksek maaş aldığı halde asgari ücretli 'gösterildiğini' herkes bilir Türkiye'de. Çalışan işini kaybetmemek için susar. İşveren vergi ödemez, maliyetlerini düşürür, bu işten kazançlı çıkar. Peki Maliye? Aaa pardon, Maliye duymamış!
Milli Eğitim Bakanı dahil herkes, eğitim yılının son birkaç haftasında çocukların abuk sabuk sınavlara hazırlanmak için 'sahte hasta raporu' aldığını bilir. Bakanlık nasıl bir önlem alır? Çocukları izinli sayın da bari ana babalar sahte rapor peşinde koşmasın! Bu mudur yani?
Herkes herşeyi bal gibi bilir, sonra 'Polis ...'ne baskın düzenledi. ... Müdürü (boş yerlere istediğiniz devlet dairesinin adını yazın) ve şu kadar çalışan rüşvet ve irtikap iddiasıyla gözaltına alındı' diye haberler yaparız. Sanki devlet dairelerinde rüşvet alınmasının bir haber değeri varmış gibi.
Türkiye pek çok açıdan 'ikiyüzlü' bir ülkedir.
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 11.07.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder