Sadece Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan, Ayşe Arman mı yapacak?
Sadece Mehmet Y. Yılmaz mı yapmaya çalışacak?
Ben de şu tatil gününde ağzınızın tadını kaçırmadan bir ‘pazar yazısı’ attırmayı,
ben de ‘okutur’ denilen konulara girmeyi,
ben de ‘gelgelli seksi başlık’ atmayı bilirim icabında!
*
Fransa’da yürütme (yani Sarkozy) mis gibi yatağını yaptı ve yasama (yani Fransız Meclisi) ifade özgürlüğünü kanun yoluyla kısıtladı.
Fransa’nın yaşayan en önemli tarihçilerinden Pierre Nora’nın dediği gibi (1) Sarkozy bir taşla iki kuş vurma derdinde:
1- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ermeni oylarını almak, ama asıl
2- ‘Nazileştirerek’ Türkiye’nin AB adaylığını engellemek. Ama bu ayrı bir konu...
Senato da cevaz verirse artık top Fransız Yargısı’nda olacak.
Türkiye’de ‘kuvvetler ayrılığı’ iktidar tarafından lağvedildi.
Bakalım Fransız adaleti tarafsız ve âdil kalmayı becerebilecek mi.
Bakalım Fransız hâkimi, pek çok aydın gibi, ‘kanunla tescil edilmiş soykırımları tanımamayı cezalandıran’ bu saçma sapan yasayı ‘düşünce ve ifade özgürlüğüne dolayısıyla anayasaya aykırı’ diye geçersiz ilan etmeye cesaret edecek mi.
Şaşarım, çünkü o Fransız hâkimi ki son dönemlerde insanların ‘en özeline’ kadar müdahale etmeyi bir hâk olarak kabul ediyor.
Yani insanların vicdanına değil, cinselliğine bile el atıyorlar.
Buraya kadar işin bağlama kısmıydı. Gelelim asıl konumuza.
*
Aix-en-provence İstinaf Mahkemesi Mayıs ayında tarihî bir karar verdi ve bir boşanma davasında kocayı ‘21 yıllık evlilik hayatında karısıyla yeteri kadar cinsel ilişkiye girmediği’ gerekçesiyle kusurlu bularak boşadı ve hatta 10 bin avro tazminat ödemeye mahkum etti.
Fransa’da evlilik kurumu ve evlenme prosedürü Fransız Devrimi’ne kadar tamamen Kilise’nin yetki alanındaydı.
Her ne kadar 1791 Anayasası evliliği bir ‘laik kurum’ haline getirse de, hâkimlerin (ve toplumun büyük bir kesiminin) kafası değişmediği için, evlilik laikleştirilemedi.
Hâkimlerin verdiği kararlar gösteriyor ki evlilik hâlâ ‘cinsel aşırılıkları engellemek’ için ‘toplumsal olarak kabul edilmiş cinsel ilişkinin kanunî ve muşru çerçevesi’ olarak görülüyor.
Medeni Kanun, evlilik kurumunun hem manevî şartlarını belirliyor (tarafların rızası), hem de (kadın en az ... erkek en az ... yaşında olacak, evlenecek çiftlerin biri kadın diğeri erkek olacak, ensest sayılacak kadar yakın akraba olmayacaklar gibi) fizik kurallarını koyuyor.
Hatta, devlet, kanun ve içtihat yoluyla, bu tek eşli heteroseksüel birleşmenin aile kurumu içinde icra edilmesini emretmekle kalmıyor, ‘çoğalmak’ (çocuk yapmak) maksadıyla, belli bir sıklıkla ve hatta hangi yoldan (hadi söyleyelim: vajinal olacak) yapılacağını bile belirliyor.
Hatta hatta cinsel birleşmenin ‘aşk ilişkisine dayanması’ kuralını bile getiriyor.
Öyle ya ‘cinsel hizmeti karşılığında kadının para alması’ fiilini hâkim geçersiz ve ‘kamu ahlâkına mugayır’ olarak değerlendiriyor.
Üstelik hâkim ‘karılık-kocalık görevi’ adını verdiği sübjektif bir kavrama dayanarak insanların cinsel hayatını düzenleme hakkını kendinde buluyor.
Her ne kadar zina suç olmaktan çıksa da, boşanma davalarında eşini ‘aldatan’ taraf ‘kusurlu’ ilan ediliyor.
(Bu arada Fransa gibi bir ülkede bile, boşanan taraflardan birinin eşcinsel olması davanın gidişatını etkileyebiliyor.)
Fransız Medeni Kanunu (Md. 212) ‘Eşler birlikte yaşamayı karşılıklı olarak kabul etmiş sayılırlar’ diyor.
Hem aynı çatı altında hem de aynı yatakta!
Hasılı, devletin ‘resmî’ evlilik anlayışına göre, evlilikte cinsellik bir ‘görev’ olarak kabul ediliyor.
İki yönlü bir görev.
Nefatif: Üçüncü bir şahısla cinsel ilişkiyi yasaklayarak (sadakat)
Pozitif: Eşiyle düzenli, yeterli ve kaliteli cinsel ilişkiye girerek (karılık-kocası görevi)
Üstelik bu iki görev de ‘kamusal’ görevler.
Yani evlenen çiftler, sadakat veya karılık-kocalık görevini ortadan kaldıran veya kısıtlayan bir özel sözleşme imzalayamıyorlar.
Dahası da var...
‘Yeteri kadar’ cinsel ilişkiye girmemek kabahat ve boşanma ve hatta tazminat sebebiyse...
‘gereğinden fazla’ cinsel ilişki de öyle. Fazla aktif olmak da boşanma hatta tazminat sebebi.
O zaman cinsel ilişkinin sayısını kim belirleyecek? diyeceksiniz. Merak etmeyin, hâkimler onu da düşünmüş.
1992’de görülen bir davada, Saintes Mahkemesi kararını ‘Fransız eşler arasında yaygın olan ortalama haftada bir cinsel ilişkidir’ şeklinde bir hükme dayandırmıştı.
Hasılı, kim, kiminle, ne zaman, hangi ortamda, kaç kere, hatta hangi yoldan (2) cinsel ilişkiye girecek, buna 2011’de kanunlar ve içtihat yoluyla hâkim karar veriyor.
Paris-Ouest Üniversitesi’nden Doçent Daniel Borillo, benim bu bilgileri aşırdığım (3) makalesini şöyle bitiriyor:
‘Kanonik (kilisenin koyduğu) kanunların bir kalıntısı olan ‘kusur - kabahat’ kavramı Fransız hukukundan temizlenmedikçe, Devlet’in yatak odamıza hatta koynumuza girmesini engelleyemeyiz.’
*
Eveeet! İlginç diye bu konuyu size uzun uzun anlattım da, geldik zurnanın zırt dediği yere:
1- Konuyu bize yani Türkiye’ye nasıl bağlayacağız?
Laikliğin Anayasa’ya 1905’te girdiği, cinsel özgürlüğün anavatanı olarak kabul edilen Fransa’da durum böyleyse, varın siz Türkiye’yi düşünün... diyebiliriz mesela.
Olmadı, bizim böyle bir sorunumuz yok; çünkü bizde devlet bireylerin cinsel hayatını düzenlemek ne kelime, bireylerle daima cinsel ilişki halindedir, de diyebiliriz.
2- Daha da zoru, konuyu insan kaynaklarına nasıl bağlayacağız?
Bu yazıya konu olan ‘fiil’ her zaman ve her yerde ‘insan kaynakları üretiminin’ tek yöntemi olmuştur, dersek kurtarırız diye umuyorum.
Şimdilik...
(1) Le Monde, 28.12.2010
(2) Kanun koyucuya ve hâkime kızıyoruz, ama yine de cinsel ilişkinin laikleştiğini ve özgürleştiğini teslim etmek lazım. Malum, bu işlere kilisenin baktığı günlerde, papazlar, cinsel ilişkiye ‘hangi pozisyonda’ (misyoner pozisyonu) girilmesi gerektiğine dahi karışıyorlardı. Epey yol alındı demektir...
(3) Le Monde, 17.12.2010
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 08.01.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder