Geçen hafta yenibiris.com bizim için yaptığı ankette sordu:
‘Şirketiniz, domuz gribi ile ilgili hangi önlemi aldı?’
21.174 kişi cevap verdi.
Yüzde 76.3'ü 'Hiçbir şey yapılmadı' diyordu.
Yüzde 15.6'sı da 'Sadece personel bilgilendirildi'.
Bazı tedbirlerin alındığını söyleyenlerin oranı sadece yüzde 8.1 idi.
Halbuki, şirketlerin her türlü acil duruma karşı (yangın, deprem, su baskını ve tabii salgın hastalıklar) 'acil durum planı' hazır olmalı.
Hem çalışanlarına karşı bir 'sosyal sorumluluk' olarak, hem de ticarî menfaatleri icabı.
*
‘Abi başımda bir ağırlık var, eklemlerim ağrıyor, ateş basıyor. Galiba ben domuz gribi oldum’ dedi. Hemen hastaneye gönderdim. Domuz gribi değilmiş, aksine domuz gibiymiş namussuz. Utana sıkıla geri geldi. ‘Vallahi numara yapmıyorum abi, inan dayak yemiş gibiyim!’
Numara yapmadığını biliyorum. Hasta değil, ama hastalığın bütün semptomlarını (belirtilerini) gösteriyor, çünkü hasta olduğuna, yahut eninde sonunda olacağına inanıyor.
'Nosebo etkisi' dedikleri özetle bu. (Nocebo = Latince 'zarar vereceğim')
Plasebo etkisinin tam tersi yani. Uzmanlar 'zarar veren yalan' da diyorlarmış buna.
(Özetle plasebo olumlu etki yaparken, nasebo olumsuz etki yapıyor.)
Mayıs ayında, Fransa'nın bir kasabasında ilginç bir hadise yaşandı. Bir iki binanın tepesine baz istasyonları yerleştirildi. Pek çok insan 'kulaklarım uğulduyor, ağzımda madeni bir tat var, burnum kanıyor' diye doktora başvurdu. Telefon şirketi açıklama yaptı:
- İyi de, biz baz istasyonlarını daha bağlamadık ki!
*
Burada, sadece semptomlar söz konusu. Halbuki, insan 'hasta olduğuna inanırsa, hasta olabilir' diyor doktorlar. Hatta... olmadığı hastalıktan ölebilir de!
En meşhur vaka, 1970'de ABD'de yaşanmış. Doktorlar bir hastaya yanlışlıkla terminal safhada karaciğer kanseri teşhisi koymuşlar. Adamcağız, kısa bir süre sonra, hastalığın bütün semptomlarını göstererek ölmüş. Oysa otopside, henüz başlangıç safhasında küçük bir tümör bulunmuş, o kadar.
Kemoterapi görmeye hazırlanan hastaların yüzde 60'ının, tedavi başlamadan önce (tedavinin yaygın yan etkilerinden biri olan) mide bulantısından şikayet ettiği söyleniyor.
Böyle ilginç anekdotlar okudum.
Mesela, yakınlarının, iyileşmesi için dua ettiklerini duyunca, kimi hastalarının (gidiciyim galiba, diye) kötüleştiği gözlemlenmiş.
Kanadalı doktor, güle alerjisi olan hastasına plastik gül koklatmış, hasta şoka girmiş; 'İnsan inanırsa, vudu büyüsünden ölebilir' diyor.
Muhtemelen bizim dededen kalma, okuyup-üfleyerek, tuz döküp üstünde bıçak gezdirerek (başarılı) siğil tedavisi de benzer bir 'psikolojik etki'nin sonucu. (Burada plasebo söz konusu.)
‘Yahu dünyada ne saf insanlar var’ demeyin.
Le Nouvel Observateur'de Fabien Gruhier imzalı haberde, yeni geliştirilen bir molekülü kendinde deneyip çok iyi sonuç alan Amerikalı bir hastadan bahsediliyordu. Oysa ecza laboratuvarının test için gönderdiği ilaç sadece plasebo imiş. ‘Eee, bu neyi ispat eder?’ diyeceksiniz.
İyi de, plaseboyu gerçek ilaç sanarak iyileşen hasta... Harvard'ın meşhur bir tıp profesörü.
Yani plasebo-nosebo'nun saflıkla, akılla, bilgiyle, hurafeyle alakası yok.
Lafı bir yere bağlamam gerektiği için şöyle diyeyim:
Bazen düşünmek, inanmak, bir şeyin olması için yeterlidir.
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 08.11.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder